Sayfalar

17 Şubat 2014 Pazartesi

Anlayamazsınız…(!)

Konudan haberdar mısınız bilmiyorum. Ama bazı şeyler çok değişti Türkiye'de. Benim de ucundan yetiştiğim, anne babalarımızın çocukluğundaki dönemlerde böyle değildi bu ülke. Mutlaka vardı zenginliğiyle övünen, bunu insanların gözüne sokarcasına yaşamaya çalışan insanlar ama bu kadar seviyesiz ve dğersiz değildi kavramlar.. Bir edeb, adab, ayıp vardı. En önemlisi de sonuncusu.

Karun kadar zengin olabilirsin. Ama çok açık söylüyorum adam olamamışsın sevgili iş adamı. Çünkü hem ayıp, edep nedir bilmiyorsun; hem de çocuk, düzgün bir birey yetiştirmekten bi habersin. Dediğim gibi çok zengin olabilirsin ama 13 yaşında bir çocuğa 100 bin euro'luk tekne hediye etmenin o çocuğa iyilik olduğunu düşünecek kadar da aptalsın. Geçtim işin gelir adaletsizliği kısmından. Zenginin malı fakirin çenesini yorar durumlarından.. Yetiştirdiğin çocuk üzerinde yaratacağın psikolojik sorunların farkında bile değilsin. Ki şimdiden meyvesini vermiş. Duygularını soran muhabire "Anlayamazsınız" diyor. Bunu istediğiniz kadar o an ki çocuk heyecanına verebilirsiniz. Ama ben ne o kelimede aşağılama olmadığına, ne de sonrasındaki teatral ağlamanın samimiliğine inanıyorum.

Bu ülkede okuma hevesi gözlerinde parlayarak gönderilen 1 kurşun kalem için dünyanın tüm samimi sevgisiyle sizi kucaklayan çocuklar varken, oğluna böylesi bir hediye vererek çok iyi ebeveyn olduğunu düşünen kodamanlar ve onların hiç bir şeyin değerini bilmeyen (bilemeyecek olan) çocuklar da var. Bilemeyecekler çünkü bir şeyler için mücadele etmelerine gerek olmayacak. Ve bu nedenle hiç bir şeyin değeri olmayacak.

Ama yine de biz anlayamayız.. Çocuk doğru söylüyor…



Nostalji Vol#7 - Sevgili Lego...

Çocukluğum çok güzel zamanlara denk geldi benim. Hatta daha da eski zamanlarda yaşamayı; 68 kuşağındaki gençlerden olmayı bile isterdim mesela. Bizim zamanımızda bu dijital işler yeni yeni başladığı için çoğunlukla zamanımızı kendi icad ettiğimiz oyunlarla sokakta ya da evde legolarla oynardık. Geçtiğimiz günlerde küçük bir kızın Lego şirketine yazdığı mektuba rastladım. Ve bu zamana kadar hiç o açıdan düşünmediğimi fark ettim. Kız mektubunda özetle; üretilen lego konseptlerinin neredeyse hep erkek çocuklarına yönelik olduğunu ve kızlara uygun konseptler istediğini dile getirmiş. Böylesine samimi ve masum bir isteği gayet medeni bir şekilde mektupla dile getirmesi bence çok güzel olmuş.. Buyrunuz mektubun tam metni…

"Dear Lego company:
My name is Charlotte. I am 7 years old and I love Legos, but I don’t like that there are more lego boy people and barely any Lego girls. Today I went to a store and saw Legos in two sections, the pink girls and the blue boys. All the girls did was sit at home, go to the beach, and shop, and they had no jobs, but the boys went on adventures, worked, saved people, and had jobs, even swam with sharks. I want you to make more Lego girl people and let them go on adventures and have fun, ok!?!"

Thank you.

From Charlotte.


7 Şubat 2014 Cuma

Le Ballon Rouge (Kırmızı Balon) - 1956


Albert Lamorisse'in 1956 yapımı kısa filmi "Le Ballon Rouge", "En İyi Özgün Senaryo" dalında Oscar ödülü alarak kısa film kategorisi dışında başka bir kategoride ödül alan ilk film olma özelliğini taşıyor. Diyalogsuz bir film olarak da bu ödülü alan ilk film olan "Kırmızı Balon" Cannes Film Festivalinde de Altın Palmiye kazanmıştır.



6 Şubat 2014 Perşembe

Paha Biçilemeyen Mutluluk..

Medyada mutlaka denk gelmişsinizdir. Bir kaç gün önce; bir japon çocuğun ilk kez yağmur görüp şaşırdığı video düştü sosyal medyaya.. Çocuğun yüzündeki o mutluluk, o şaşkınlık hiç bir şeyle kıyaslanamaz…



İzleyiciler Eklentiniz Çalışmıyor mu? Okuyun :)

Merhabalar..

Bir kaç gündür blogda yaşadığım bir sorun vardı. Blogun genel görünümünü değiştirdim ve bu esnada bir sıkıntı olduğunu düşünmdüm. Ama asıl sorun blogger'daymış. Blog adreslerimizin sonuna "tr" eklendiğinden bu widget böyle bir hata vermeye başlamış. Çözümü şu şekilde;

- Blog panelinizde ayarlar bölümüne geliyorsunuz
- "Yayıncılık" kısmında "Düzenle"'ye tıklayarak blog ismimizin sonuna herhangi bir harf ekliyoruz.
- "kaydet" dedikten sonra "blogu görüntüle" diyoruz ve "İzleyiciler" eklentimiz geri gelmiş oluyor.
- Daha sonra tekrar aynı yere dönerek blog adresimize eklediğimiz harfi silip "kaydet" demeyi unutmuyoruz.

Umarım düzelmiştir. Sevgiler & Saygılar… :)

5 Şubat 2014 Çarşamba

Burası Türkiye...

Nası güzel bi ülkede yaşıyoruz.. Her şey güllük gülistanlık.. Yolunda gitmeyen hiç bir şey yok.. Her şey olması gerektiği gibi…

Nasıl? Tam da medyada gördüğümüz gibi bir yaklaşım ve cümleler di mi? Ethem Sarısülüğü Gezi Direnişi sırasında öldüren polis memurunun aldığı cezanın 24 ay kıdem dondurma olması adaletin de her şey gibi tıkır tıkır işlediğini göstermiyor mu sizce de?

Ya da Van'ın köyünde ateşler içinde yanan çocuğuna yardım getirmek için her yeri arayan ancak hiç bir yardım bulamadığından çocuğunu kaybeden babanın, beyaz bir çuvala koyup sırtlanıp ölen oğlunu 16 kilometre karlar içinde yürüyerek Van'a getiriyor oluşu… Bunların hepsi normal di mi?

Keşke o babanın sırtında hissettiği yükün 10'da birini kalplerinde hissetseydi bu insanlar…


Biz Nerede Yaşıyoruz?

Bugün bu soruyu soralım kendimize.. Belki çok uzun zamandır soruyorsunuz benim gibi ama bugün hep birlikte soralım;

Gezi Parkı direnişimiz sırasında hunharca dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz'ın ilk duruşması geçtiğimiz gün yapıldı. Duruşma öncesinde olağanüstü güvenlik önlemleri alındı Kayseri'de. Hatta 2000 polis destek istendi. Neyi korumak için? Ya da durun daha güzelini soralım; Kimi neyden korumak için? Sanırsın haklılar, ortada bir suç yok, destek isteniyor. Ben oradaki polislerden biri olsaydım, o anne kucağında evladının fotoğrafıyla, haklılığıyla döverek önümden geçerken, kaldırıp da yüzümü bakamazdım utancımdan. Kadın ne hale gelmiş.. Çökmüş, erimiş.. Hakim karşısına çıkan polis memurları Ali'ye vurmadıklarını, bir kaçı da o akşama dair bir şey hatırlamadıklarını söylemiş. Ve bir karar çıkmadığı için duruşma ileri bir tarihe ertelenmiş..

Görüntülerle sabit olan bir olay hakkında karar veremiyoruz. Ne diyelim? Ali İsmail Korkmaz unutulmayacak… Aşağıdaki fragman gibi bir çok örnekle sürekli yaşatılacak…



Kısa Film: Yorgan (Bir 12 Eylül Filmi)


Caner Yalçın'ın yazıp yönettiği bu anlamlı kısa filmi paylaşmak istedim. Gerçekten çok başarılı bulduğum bir filmdir. İzledikten sonra yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim. İyi seyirler…




4 Şubat 2014 Salı

Nostalji Vol#6 - Münir Özkul İtalyanca Tirad


Şuan hasta yatağında zor günler geçiren usta oyuncu Münir Özkul'un ders niteliğinde bir tiradını paylaşmak istedim. Çok sevdiğim yönetmen Reha Erdem'in "A Ay" filminin bir oyuncunun kendini nasıl geliştirmesi gerektiğiyle ilgili ders niteliğindeki sahnesidir efenim…



31 Ocak 2014 Cuma

Nostalji Vol#5 - Safranbolu Bağlar Gazozu


Rahmetli tiyatro oyuncumuz Necdet Tosun'un zamanında oynadığı reklam filmine rastladım. O zaman ki türkçe kullanımına dikkat edin izlerken. Ne kadar düzgün ve güzel. Bugün hala var mı bu gazoz bilmiyorum ama insanın içesi geliyor izlerken.. Reklamın sonunda da rahmetli Barış Manço'nun sesini duymak çok iyi geliyor. Saygıyla anıyorum. İyi Eğlenceler..



29 Ocak 2014 Çarşamba

Nostalji Vol#4 - Kafamızın İçindeki Sesler...

Sinema eğitimi almaya başladığımda daha ilk derslerde bize şu öğretilmişti;

"Her film orjinal dilinde izlenir." Ancak televizyonlarda özellikle ulusal kanallarda altyazı uygulaması kullanılmadığından dublaj oldukça önemli bir yer edindi ülkemizde. Ve kesinlikle iddia ediyorum ki Türkiye dublaj konusunda en başarılı ülkedir. Örneğin hiç Polonya kanallarından birinde bir filme denk geldiniz mi? Orada kadını da erkeği de erkek seslendirir. Ve sadece okur. Hiç bir duygu katmadan.. Küçüklüğümüzden beri öyle güzel seslerin içinde büyüdük ki.. Çocuk programları olsun, dublajlı filmler ya da reklamlar olsun hepsi belleğimizde yer etti. Yüzlerini ya da isimlerini hiç bilmesek de seslerini duyduğumuz an tanıdık onları. Bugün kim olduklarını da tanıyabilmeniz için bir video paylaşmak istedim sizinle..

İyi eğlenceler.. :)



24 Ocak 2014 Cuma

Bugün bir "mum" yakın...

Bugün 24 Ocak..

Bu ülkenin belki de en önemli aydınlarından, bugünkü karanlıklara düşmemizin önünde kurmaya çalıştığımız sete canı pahasına omuz atıp destek vereceklerden biri olan Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümü…

"Sana 2014'ün 24 Ocağından sesleniyorum Uğur abi.. Sen aramızdan ayrıldığından, ayrılmak zorunda bırakıldığından beri çok şey değişti buralarda. Mesela artık o kadar çok yolumuz var ki.. Kaldırımlarımızdaki taşlar her seçim öncesi değiştiriliyor mesela. Halkını düşünenler; daha güzel yollarda yürüsün insanlar diye sürekli yola yatırım yapıyor. Mesela su sızdırsa bile denizin altından bile yolumuz var artık. Anayasamız değişiyor mesela. Bakıyorlar bir değişiklik fayda sağlamadı yollarına, değiştiriyorlar. Halkın haberi bile olmuyor bundan Uğur abi biliyor musun? Çünkü onlar tlevizyonla uyutuluyor, çünkü onlar saçma sapan magazinle uyuşturuluyor çünkü onlar hiç ama hiç kitap okumuyorlar Uğur abi.. Çünkü onların gittiği yol hep aynı.. Ayakkabı kutularımız var mesela. Eskiden, hani senin zamanında pul koleksiyonu yapardık ya? Artık bu kutuların koleksiyonu moda abi. Çünkü çoook değerli..

Sonuç mu? Sonuç yine yola yatırım.. Kendi yollarında durmak yok yola devam ilerliyorlar. Dediğim gibi sen gideli o kadar çok şey değişti ki.. Ama hiç biri aydınlıuğa doğru olmadı bu değişimlerin. "Aydınlanma"'yı bir otel dolusu ülke aydınını yakarak meydana çıkan bir şey sandılar. Çok yanlış anladılar..

Ama üzülme Uğur abi.. Biz bir avuç da kalsak sonuna kadar ışığa yürüyoruz. Yürüyeceğiz.. Bugün Ulu Önderimizin lehine bir düşünce dile getirmenin bile suç sayılabileceği mide bulandırıcı ortamda biz sen ve arkadaşlarının ışığına yürüyeceğiz. Çocuklarımız Uğur abisini, Nazım abisini dinleyecek bizlerden.. Deniz abileri, Mahir abileri gibi onurlu olmayı öğrenecek. Erdal Eren abilerinden vasiyet gençliklerini adam gibi yaşayacak ve en önemlisi, bir mum alevi dahi olsa aydınlıktan yana olacak.. Güneş toplayacak bizim için..

Rahat uyu Uğur Abi.. Ruhun şad olsun.."




21 Ocak 2014 Salı

Bir Uykusuzun Rüyası Vol#24

Boşluk..

İçimde; sonu olmayan, ruhumu her saniye daha da derine yutan bir kara delik var.

Babamın bakışları…

Tanrı'nın eskiz defteri gibi çocukluğum. Her defasında deneyip her defasında yanılan.

Ama yine de utanmadan, babasından kalan konağı hacze gelen memurların karşısına süslenerek ve kalan son parasıyla aldığı parfümünü sıkarak çıkan kokonanın gururuyla kaldırdım parmağımı yola doğru…

"A" tuşu basmayan bir daktiloyla bahanelerimi haykırmaya çalışıyorum insanlara. "ama"'larım, "fakat"'larım olamadan. Ve kendi yaşantılarıyla kıyasladıklarında; çığlıklarım, gece düştüğünde damda çaldığı kemanıyla şehrin üstünü örten kemancının anlattığı korkunç masaldan ibaret oluyor.

Güneşten mi ya da onları çok nadir kullandığımdan mı bilmiyorum gözlerim kamaşıyor. Yaklaşan araba  sıcağın yolu haşlamasıyla uzaktan bir buhar hüzmesinde dans eder gibi görünüyor. Daha yakına geldiğindeyse aslında pek de gönlü olmadan başkaları tarafından piste itilmiş zoraki bir katılımcı edasıyla netleşiyor fotoğraf.

Gözlerimin ışığa alışmasıyla; hurda sınıfına takdirnameyle terfi etmek üzere olan bir kamyonetin, frenlemeyi tutturamayıp bir kaç adım uzağımda durması bir oluyor. İçinde küçük kızı ve ondan da küçük oğluyla olan adam, yaptığı yanlışı affetirmek ister gözlerle bana dönüyor. Ya da ben öyle olmasını umuyorum. Ancak o an dikkatimi yalnızca bir tek şey çekiyor. Kamyonetin kasasındaki yeşil alaturka koltuk…

Bakışlarımı adamın yolculuğa davetkar bakışlarından alıp, yıllardır tanıdığım ama tanıdığımı bilmediğim bir arkadaşı görmüşçesine koltuğa dikiyorum. İktidarı kaybettikten sonra ülkesinden kaçarken yanına yalnızca tahtını almayı başarabilen, ülkesini kaybettiği halde kibrinden hiç bir şey kaybetmeyen devrik bir kral gibi ağır ama gururlu adımlarla kamyonete doğru yürürken adam ve çocukların arasında geçen bir kaç saniyelik tedirgin bakışmayı hissediyorum. "Evine hoşgeldin" diyen bir rüzgar gibi ruhumu okşuyor. Tüylerim diken diken…

Çocukların olduğu tarafa yaklaşıp eğildiğimde çoktan bir yabancıyla konuşacak olmanın huzursuzluğunu üstlerinden atıp ucu kırık camı indirmiş oluyorlar. Üzerimde hala sanki ben onlardan değil de onlar benden yardım istiyormuşçasına gereksiz bir tavır. Söze benim başlamam gerekirken, çocuklarını koruma iç güdüsüyle ve durduğuna çoktan pişman titreyen ses tonuyla adam soruyor..

- Hayrola birader?
+ Ne tarafa gidiyorsunuz?
- Az ilerde çiftliğimiz var.. Sen merkeze gideceksen ters tarafta duruyorsun. Karşıda beklemen lazım..
+ Yok merkeze değil.. Zonguldak'a gidiyorum.

Çocukların korkulu ama meraklı bakışları arasından adam beni baştan aşağı süzüyor. Üstüm başım ve her hareketimden belli olan halsizliğimin çizdiği tekinsiz tip adamı daha da tedirgin ediyor.

- Zonguldak mı? Valla birader dediğim gibi 25 km kadar gidicez, oraya kadar bırak dersen götüreyim ama bu halde nasıl gidicen ki sen? Kaza falan mı yaptın?
+ Karışık biraz.. Eyvallah, çiftliğe kadar atarsan iyi olur.
- E gel bakalım..

Adam; çocuklarına, birbirlerine yanaşıp bana yer açmaları için bir bakış atarken devreye giriyorum.

+ Ya usta, ben hiç sıkıştırmasam da şu kasadaki koltukla gelsem nolur?
- Bi şey olmaz da üşürsün, kasada rahat edemezsin sıkışır çocuklar gel..
+ Yok yok siz rahat olun bi şey olmaz..

Anlam veremeyen bakışlar arasında kasaya atlayıp, tahtına dönen kral edasıyla beni çektiğini hissettiğim yeşil koltuğa yerleştiğimde, gösterinin başlaması için ellerini iki kere vuran kral gibi yola koyulabileceğimizi içerdekilere müjdelercesine kasaya vuruyorum..

Tak tak..

Gösteri başlıyor..

Haydi Şanlı DirenİŞLER!

Hepinizin bildiği üzre kim ne derse desin bana göre Türküyenin önemli oyuncularından Nejat İşler yaklaşık 3 gündür yoğun bakımda. Öncelikler Allah'tan acil şifalar dilerim. Bu olay bile ne günlere kaldığımızı gösteriyor. Alkol kullanıp kullanmamak bir insanın kendi iradesine kalmış, kimsenin müdehale edemeyeceği, müdehale hakkının dahi olmadığı bir tercihtir. Ve Allah'la o kişinin arasında bir meseledir. 3. tekil şahıslara da "Sağlıksız Beslenme"(!) düşer. Kaldı ki hastalanarak hastaneye başvuran bir insanla ilgili, olayın aslını araştırmadan "Okadar içersen böyle olur" şeklinde yaftalayarak haber yapıp bunu da siyasete malzeme yapmaya çalışmak, daha doğrusu din sömürüsüne malzeme yaparak din'e bağlamaya çalışmak daha hastalıklı bir durumdur. Kimse kusura bakmayacak..

Ki Nejat İşler gerçekte bir oyuncunun olması gerektiği gibi toplumsal olaylara duyarlı, hak arayanların yanında mücadele eden tabir-i yerindeyse adam gibi adamdır. Haklı mücadelemiz Gezi Park'ı direnişinde yanımızda olan, sokakta yatabilecek kadar klasik oyuncu triplerinden ve kaprislerinden arınmış bir adamdır. Ona bu yakıştırmaları ve yaftaları yapanların insanlığını sorgularım. Özellikle de Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünün dayaktan olduğunun Adli Tıp raporuyla kesinleştiği ve bir çok kesimin göt olduğu bir dönemde hala bu tip karalama çabaları çok komik..

Çabu iyileş Nejat Abi.. Sensiz eksik kalırız..

12 Ocak 2014 Pazar

"Blog Deposu Blog Yarışması 2014 Başlıyor"


Yeni bir blog yarışması varmış arkadaşlar. Ben katılıyorum..:) Katılmak isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilirler..

http://blogdeposu.blogspot.com/2014/01/blog-deposu-blog-yarsmas-2014-baslyor.html

8 Ocak 2014 Çarşamba

Fütursuz Bilgiler Vol#10 (Mutlaka İzleyin)


Bugün, izlemenizi şiddetle tavsiye ettiğim bir video paylaşacağım sizinle. Benim yaşıtım bir çok insanın çocukluğunda Looney Tunes çizgi filmlerinin çok büyük bir yeri vardır mutlaka. Bu çizgi filmlerdeki müzikler en az çizgi filmin kendisi kadar zahmetli bir şekilde yaratılıyor. Büyük bir senfoni orkestrası tarafından çalınıyor ve kaydediliyor. Normali bu. Ama geçenlerde çok enteresan bir videoya denk geldim. Bu orkestranın işini tek başına yapan bir enstruman varmış.. Herkese iyi ve nostaljik seyirler :)



4 Ocak 2014 Cumartesi

Nostalji Vol#3 - Fütursuz Bilgiler Vol#9


En eski Amerikan Film Şirketlerinden "Metro Goldwyn Mayer"'in klasikleşmiş introsunu biliyorsunuzdur. Geçen gün bununla ilgili çok ilginç bir bilgi buldum. Şirket yıllardır bu introyu konsept olarak değiştirmese de belli aralıklarla yenilemiş ve yeni arslanlarla tekrar çekmiş.


Ancak ilginç olan ilk videoların çekildiği dönemlerde teknolijinin yetersizliğinden dolayı kamera direk arslanın önüne konmuş ve kameramanlar böylesine tehlikeyle burun buruna bu çekimi yapmışlar.




3 Ocak 2014 Cuma

Atahan gibi çocuk yetiştirebilmek...

Geçtiğimiz perşembe akşamı Halk Tv'de yayınlanan Uğur Dündar'la Halk Arenası programına Türkiye'nin tarihine damga vuran, hatta balyoz indiren ve bu tarihteki yüz karası olan "Balyoz Davası"'nın "Tutsak"'larının aileleri katıldı. Bu davayla ilgili öyle net ve sert düşüncelerim var ki nasıl yazsam ya da neresinden başlasam bilmiyorum. Belki başka bir yazıya..

Beni bu kadar umutlandıran hiç bir program olmamıştı bugüne kadar. Katılan tüm aileler bu davanın ve haksız yere suçlamanın saçmalığını öyle güzel ortaya koydu ki.. Ama nerdeee? 2 çuval kömüre ruhunu satan yobaz millet bunu izleyecek de farkına varacak.. Öyle güzel ifade ettiler ki konuşanlar.. Neler yaşadıklarını anlattılar, eşlerini anlattılar, hepsinin nasıl başarılı insanlar olduğunu ve aslında Türkiye'nin gerçek anlamda aydınlık kesimi olduğunu anlattılar.. Bu ülkede pkk'lı orospu çocukları elini kolunu sallayarak dolaşırken, ülkenin en başarılı komutanlarının terörist suçlamasıyla hapse atılışını anlattılar..

Ama içlerinde öyle biri vardı ki.. Uzun zaman önce bu ülkenin geleceğine dair kaybettiğim umutlarımı yeşertti tekrar. Deniz Kurmay Albay Erdinç Altıner'in oğlu Atahan Altıner.. Henüz 9 yaşında ama karşınıza alıp dertleşebileceğiniz hatta belki konuşmalarından kendinize dersler çıkarabileceğiniz olgunlukta bir çocuk. Öyle bilmiş falan değil. Gerçek anlamda "bilmiş".. Gerçekten bilinçli ve çok ama çok iyi yetiştirilmiş. Samimi söylüyorum çok ama çok kıskandım onu izlerken. Böyle bir çocuk yetiştirebilmeyi öyle isterdim ki. Umarım bu kadar başarılı olurum günün birinde..

Sevgili Atahan.. Canım kardeşim.. Öncelikle sana teşekkür ediyorum. Bu kadar iyi ve başarılı bir çocuk olduğun için. Daha sonra annene ve babana böylesine güzel bir çocuk yetiştirebildikleri ve Ulu Önder Atatürk'e verdiğimiz sözü bu anlamda yerine getirebildikleri için çok teşekkür ediyorum.

Son olarak da Uğur Dündar.. Yandaş medyanın milletin gözünü boyamaya çalıştığı böylesine kötü günlerde bu kadar güzel ve önemli bir programı yapabilecek kadar yürekli olduğunuz ve ekranlara taşıdığınız için sonsuz teşekkürler..

2 Ocak 2014 Perşembe

Hayatımın Hediyesi!

Bitanem;

Hani derler ya, "Evlilik şans işidir." diye…

Gerçekten dünyanın en şanslı adamı olduğumu düşünüyorum. Gün içinde hayatın hızlı akışına kapılıp unuttuğumuz bir çok şey gibi, çok iyi bir "hayat arkadaşı"'na sahip olduğumu da unutuyorum bazen.. Ama öyle bir an geliyor ki içimden mutluluk taşıyor hatırladığımda.

Benim güzel karım.. Öyle çabalamış, öyle özenmiş ki doğumgünüm için.. Ben mutlu olduğumda o yüzünde oluşan sevinç ifadesini yerim ben.. Sadece doğumgünü için değil tabiiki bu söylediklerim. Gerçekten herkesin sahip olamayacağı bir desteğe sahibim senin tarafından. İyi günde kötü günde lafınının vücut bulmuş hali biricik karım benim..

Sana kalbimin en içinden kocaman teşekkürler. Sen benim her şeyimsin.

Seni canından çok seven kocan.

1 Ocak 2014 Çarşamba

İyi Yıllar…:)


Umarım 2014 yılı tüm blog yazarlarına herkesin her yıl dilediği klasik güzellikleri getirir. Bu kadar klişe olmak istemezdim ama yeni yılı bu yazıyla açmak istedim. Yazılarınızdan umut eksik olmasın…:)