Sayfalar

27 Nisan 2014 Pazar

Bir Uykusuzun Rüyası Vol#26

Hipnoz..

Saatlerdir yanımdaki kediyle tek laf etmeyip yolu seyrederken gözlerimin artık benim kontrolümde olmayışı bundan. O kadar uzun ki dalışım, kedi gibi benim göz bebeklerim de düz bir yol şeridi artık.
Ama ona da hak veriyorum. Ardımızda bıraktığımız pek de üzerine konuşulabilecek bir manzara değil. Hala bir parça vicdanı olanlar için..

Hiç bir şeyi olmamasına rağmen tanıdığı sokakta yattığına sevinen fakirin avuntusu gibi kamyonetin kasasındaki tahtım bana saçma bir güven veriyor. Yanımdaki muhafızımla ülkemi işgalcilerin elinden almaya gidiyormuşçasına gereksiz bir güven.

Yorgunluktan gözlerim kapanmaya başlasa da gece olduğundan dayanmaya çalışıyorum. Çünkü dikkat çekmeden yol alabileceğim tek zaman dilimini, beceremediğim bir uyuma seramonisiyle harcamak hiç akıllıca değil. Ancak hipnoz.. Hiç huyunuz olmayan şeyleri bazen şekerli çörek tabağıyla sunabiliyor size.

Muhtelif yerlerindeki camları açık evin.. Odada üstünüzü hafif yalayan ceryan ve temiz hava.. Pazar sabahı yatakta yayılma keyfi ve evde çoktan başlayan temizliğin beyaz sabun kokusu..

Tam bu vaadle uyku aklımı çelebilecekken motordan gelen tekleme sesiyle irkiliyorum. Hiç istemese de yardıma hazır olduğu izlenimi vermeye çalışan yeni gelin edasıyla kedi de yerinde üstün körü şöyle bir kıpırdanıyor. Şuan olmamalı hayır.. Şimdi değil. Motordan gelen "Ben bitiyorum" sesleri bana daha çok motor kahkaha atıyormuş gibi geliyor. Ama şimdi olmamalı. Hiç anlamadığım halde önümdeki konsolun düğmelerine rastgele basıp durumu kontrol altına almaya çalışmam; forvet oyuncusundan yoksun olduğu halde takıma hücum etmeleri talimatını veren teknik adamın çaresizliğini yaşadığımın en büyük kanıtı sanırım. Üstelik hiç teknik değilim.

Artık çalışmayan motor ve kademeli olarak yavaşlayan kamyonetimizle yol kenarında durduğumuzda bunu tüm ormanlık alana müjdeleyen dumanlar çıkıyor kaputun altından. Gecenin orta yerinde bir orman kenarında kaputundan dumanlar çıkan bir kamyonetten inip gökyüzüne karşı savurduğum küfürler sizi yanıltabilir. Onlar Tanrı'ya değil şimdilik şahsım tarafından şansıma edilmiş küfürlerdir. Bir kaç baykuş ve hayvanat bahçelerinde görmediğimden türünü tahmin edemediğim bir kaç hayvanın sesleri arasında küfür dağarcığımı ormana sunduktan sonra kamyonetin kasasındaki koltuğu yolun kenarında ormanın biraz içine doğru yerleştiriyorum. Oraya oturup sinirimin yatışmasını beklerken bir sigara yakıyor ve kedinin gelip kucağıma yerleşmesini izliyorum. Taht devir teslimi sırasında sadece bakışarak birbirlerine zorunlu cümleleri kuran eski ve yeni kral gibi sade bir tören yapıyoruz.

Bruce Wayne'in dediği gibi;

Bazı insanlar paraya değer vermezler. Onlar sadece dünyanın yanışını izlemek isterler."

Kaybedecek bir şeyi kalmamış eski bir kral olarak arkamda iz bırakmamak için bitmeye hazırlanan sigaramı usta bir sigara içicinin el hareketiyle kamyonete doğru fırlatıyorum. Alevler içinde kalan günahım geceyi aydınlatıyor. Bu tören bu kadar sönük kalmamalıydı.

Ormana doğru ilerlerken, soba yanı sıcaklığı bulduğu enkazın kenarında devraldığı tahtından doğru kedinin beni izlediğini hissedebiliyorum. Ben en azından taht sahipsiz kalmadı diye düşünürken, onun benim hakkımda bırakıp kaçtı diye düşündüğünü biliyorum.

Yine ormandayım. Benim için yabancı bir duygu değil. Belki hala Palyaço'yla birliktedir diye düşünürken Maça'yı özlediğimi fark ediyorum. Ayağımın altındaki çalı çırpının kırılma çıtırtılarıyla, yanan kamyonetin alevlerinin çıtırtıları birbirine karışırken yavaş adımlarla ilerleyerek ormanın beni kabullenmesini umuyorum. Ve uzun zamandan beri hissettiğim beni hiç yalnız bırakmayan en sadık duygu; Açlık.

Yürüdüğüm patikadaki ağaçların dibinde, sanki ağacın arkasına saklanıp yeni gelen yabancıyı gözetlercesine kafalarını çıkaran mantarlar çölde su gibi imdadıma yetişiyor. Hazır köz var diye düşünebilirsiniz ama geri dönmek adetim değil. Hayatta kalma amacına hizmet eden çiğ mantar ziyafeti kendimi az da olsa daha iyi hissettiriyor.

Ormanda ağır ağır ilerlerken ağaçların arasında sislerin azaldığı yerde arkası dönük bir adam fark ediyorum. Onu gördüğüm andan itibaren o patikada yürürken nerden bulaştığını bilmediğim rahatlık bir anda yerini tedirginliğe bırakıyor. Arkasından yaklaşırken; durduğu yerde öne arkaya sallanarak bir şeyler mırıldandığını duyuyorum. Başım dönmeye başlıyor ve sessiz olmaya çalışırken her şeyi berbat edip bir dalı kırarak büyücünün beni fark etmesine sebep oluyorum. Dalın çıtırtısıyla adamın susması bir oluyor. Yaşlı adam arkaya döndüp bana baktığında kaskatı kesilmeme rağmen tüm orman dönüyor sanki. Ve karanlık...

Gözlerimi araladığımda bir ateşin yanında yattığımı ve başucumda yaşlı adamın oturduğunu fark ediyorum. Ancak kolumu bile kıpırdatamıyorum. Hiç bir şekilde bağlı olmadığım halde yaşlı adamın yaptığını düşündüğüm büyünün etkisiyle hareket dahi edemiyorum. Yaşlı adam birden kısık ve tedirgin edici ses tonuyla konuşmaya başlıyor..

- Beni neden dinliyordun?
+Ben sadece.. Ben..

Dilim bağlanmışçasına cevap veremiyorum. Daha da kötüsü beni dinlemiyor. Aynı ses tonuyla ben tekrar karanlığa gömülene dek anlatıyor. Yıllar önce küçük bir kızı olduğunu, onu uyutmak için her gece ona ninni söylediğini, ancak kızını bu ormanda kaybettiğini ve artık elinden yalnızca onu bulma ihtimali olan kötü ruhları uyutabilmek ve ona zarar vermelerini engelleyebilmek için ninni mırıldanmak geldiğini anlatıyor.

Bana bu kadar sinirlenmesinin nedeninin onu ninni mırıldanırken değil şiir okurken rahatsız edip  mahremiyetini bozmam olduğunu öğrenince içinde bulunduğum ruh haliyle bile ona hak veriyorum. Bunun bir insanı çıplak görmekle bile kıyaslanamayacağını biliyorum. Her zaman söylediğim ve bildiğim bir şey vardır;

"Bir insanın en mahrem yeri şiir'idir."

Çünkü mısra aralarında nelerin saklı olduğunu asla bilemezsiniz.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Bazen bir penaltı yalnızca bir penaltı değildir...

Genç bir delikanlı...

Sırt çantası ve bir de çok yakın arkadaşı. Dünyayı dolaşıyorlar birlikte. Maceraperestler ve serüvenden serüvene koşmak için yaşıyorlar. Ama delikanlının bir de annesi var. Onun yolunu gözleyen.. Gittiği her yerden annesine bir kartpostal atıyor delikanlı. Oğlundan haber alan annesinin biraz da olsa endişesi, hasreti dinsin diye...

Bir gün parası tükeniyor bu genç delikanlının ve annesine bir kart daha atıyor;

"Anne paramız bitti. Eve geliyorum."

Dünyalar annesinin oluyor. En sevdiği yemekleri yapıyor oğlunun. Ve beklemeye koyuluyor daha bir heyecanlı. Kadın; umutla oğluna kavuşacağı günü beklerken bir gün kapı çalınır ve heyecanla açar kapıyı. Gelen postacıdır ve oğlundan bir kart daha gelmiştir;

"Anneciğim, burada bir futbol turnuvasına denk geldik ve kazanana muazzam bir para ödülü vardı. Arkadaşımla katıldık. O forvetteydi, ben kaleciydim. Final maçında 1-0 öndeydik ve rakip takım penaltı kazandı. Oğlun penaltıyı kurtardı anne! Beni bekleme!"

Bazen bir penaltı yalnızca bir penaltı değildir. Hayatta küçük ve önemsiz gibi görünen detaylar bir kelebek etkisi gibi büyüyerek dünyayı etkileyebilir, değiştirebilir.

O gün o penaltı gol olsaydı ve kahramanımızın takımı kaybetseydi, o çocuk evine, annesinin yanına dönecekti ve bugün özgürlük mücadelesinin kalesi olan Küba diye bir yer belki de olmayacaktı...

O kalecinin adı Ernesto Che Guevara'ydı.

8 Nisan 2014 Salı

Günün Şiiri: Heykel


Yalnızca ben bilirim
diktatör heykellerine
pislemek için
göç ettiğini
dünyadaki bütün
kuşların.

Sunay Akın

6 Nisan 2014 Pazar

Önerisi olan var mı?


Geçen gün artık yeter dedim ve aldım 1litrelik kola'yı karşıma konuştum. Sorun sende değil bende dedim. Olmuyor yürümüyor dedim. Dedim ama nafile. Onsuz geçen günlerin acısını diğer asitli kuzenleriyle onu aldatarak dindirmeye çalıştım. Bim'in önünden geçerken Le Cola bile bana göz kırpıyormuş gibi geldi.. Kola sanırım yukarıdaki fotoğrafta yazan her sıfat gibi yer etmiş hayatımda. O kadar da terbiyesiz reklam yapıyorlar ki, yok efendim kavurucu yaz sıcağının yaşandığı bir günde buzlarla dolu bir bardaktan içeri süzülen kola ve sonrasında ilk yudumu alan kişinin gırtlağından çıkan lıkırt sesi..:)

Sonuç olarak kola bağımlılığımı, daha doğrusu asitli içecek tüketimimi ortadan kaldırmam lazım. Bu konuda varsa önerilerinizi bekliyorum :)

5 Nisan 2014 Cumartesi

İhmalkarlığın bu kadarı..!!!

Hayır gerçekten anlamıyorum. Türk milleti gösterişi sever ya? Hani alışveriş yapmasak da "Dostlar alışverişte görsün" diye bir lafımız bile var ya? Bi işimiz de doğru olsun be kardeşim. İsyan edecek hal kalmadı artık yemin ediyorum.

Pamir..

3,5 yaşında ve evet bir çoğumuzun çocukluğundan daha haylaz. Olabilir. Dün sabah kayboldu ve tüm İstanbul tek yürek olup onun için güzel şeyler düşünerek onu aramaya başladı. Akut, jandarma, polis, bir çok arama kurtarma ekibi ve hiç tanımasalar da bir çok gönüllü seferber oldu. Buraya kadar hiç bir sıkıntı yok. Hatta daha fazla insan gelmesin, arama sıkıntıya girmesin diye uyarılar da yapıldı. Yaklaşık 4 km'lik bir alanın tarandığı ifade edildi. Ancak 1 saat önce Pamir'in komşu evin havuzunda ölü olarak bulunduğu açıklandı...

Daha önce de bir kaç kere evden kaçtığını söylemişti babası. Ama hepsinde kapıdan kaçmış pamir. Bu defa 2,5 metrelik bahçe çitlerinden atladığı düşünülüyordu. Aklımın almadığı şeyler var. O kadar ekip oraya toplanıyor, arama yapmaya başlanıyor, ama "Bu çocuk burdan nasıl atlar ki?" diye sorulduğu halde yan evin havuzuna bakmak akıl edilemiyor! Hadi onu da geçtim, "Değnekle şöyle bir yokladık havuzu" gibi bir açıklama yapılıyor. Yani kısacası oraya toplanan onca kişinin arasından 1 kişi de çıkıp "Bu çocuğun buradan atlaması olası değil, önce yan evlerin etrafını iyice kontrol edelim" diyemiyor. Olacak şey değil gerçekten.

Arama kurtarma ekibinin olay sonrası açıklaması daha da fena;

"Daha dikkatli olmamız gerekiyordu. Ama bu da bir tecrübe oldu."

Şaka mısın birader sen? Hayır 1 Nisan'ı da geçtik? Neyin tecrübesinden bahsediyorsun? Yapmanız gereken ilk şeyi yapmayarak çıkıp bir de açıklama yapıyorsun. Yazının başında da dediğim gibi biz gösterişi severiz. Sayıca ne kadar kalabalık adam toplarsak oraya o kadar çok arıyoruz anlamına geliyor ya? Ama 1 kişinin de kafası çalışmıyor ne yazık ki..

Bunlar yetmiyormuş gibi bir de Pamir'in ölümü üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar oldu. Yok bu olay da Gezicilerin eylem hazırlığıymış, yok zaten Pamir'in ailesi aleviymiş.. Bi s.ktirin gidin be!

Sonuç olarak muhteşem bir arama kurtarma çalışması sonucu Pamir'in artık meleklerin arasına karıştığını öğrendik. Ailesine başsağlığı diliyorum.

4 Nisan 2014 Cuma

Bazen güzel şeyler de oluyor..


Kadir kıymet bilmek lazım..

Ülke olarak berbat bir durumdayız, evet. Her gün acaba daha kötü ne olabilir diye uyanıyoruz, evet. Çoğu "aydın" kesimin gösterdiği tepki "Bu kadar da olmaz azizim"'den öteye gitmiyor, evet...

Evet evet evet...

Ama tüm bunların yanında, hani o içimizdeki "Dur ya, belki, yakındır, vb" kelimeleriyle başlayan umut kırıntıları var ya?, hani her sabah uyandığımızda bu yobaz zihniyete tahammül etmeye çalışacağımız yeni bir günün sabahında kendimizi avutacağımız bir şeye ihtiyaç duyuyoruz ya? Hani her sabah aynaya baktığımızda aynadakinin bize "peki böyle olmaması için ne çaba gösteriyorsun?" diye sormaması için gözümüzü kaçırıyoruz ya?

İşte bu kırıntıların asla tükenmemesini sağlayan güzel, gerçek aydın, hümanist insanlar var hala. Aramızda yaşıyorlar. Bir tanesi de Edirne'de. Kıymet teyzemiz.

75 yaşında ama şuan bir çok gençten daha hayat dolu ve duyarlı. Bir söz vardır;

"70'indeyken bile uzun vadeli planlar yapabilmeli insan."

Bu sözün vücut bulmuş hali Kıymet teyzemiz. Kemal Sunal'ın "Şaban Pabucu Yarım" filminde Adile Naşit evinin bahçesini çocuklara oyun parkı olarak tahsis etmiştir. Tek amacı onların mutlu olmaları, çocukluklarını yaşayabilmeleri, gerektiği gibi oyun oynayabilmeleridir. Kıymet Teyze'ye bakınca direk Adile Naşit'i gördüm. Hiç farkı var mı? Yıllardır oturduğu evin önündeki yeşillik alana dozerlerin girdiğini gören Kıymet teyze sandalyesini kapıp dozerin önüne oturdu. Ve sordu;

"Burası yıkılırsa nerede oynayacak benim çocuklarım?"

Sana milyonlarca kere helal olsun benim tonton teyzem. İşte direniş böyle yapılır. İşte korku imparatorluğunda delik böyle açılır. O teyzem bilmiyor muydu "Gezi'de onca insanı katlettiler ben sesimi çıkarmayayım" ya da "Yaşım olmuş 75, bu saatten sonra otur oturduğun yerde" demeyi?

Elbette biliyordu ama o insan olmanın gereğini yapmayı seçti. Senin ellerinden öperim güzel teyzem. Ve eminim onun gösterdiği bu cesareti bir çok kişi gösteremezdi. Aman başım belaya girer, aman şu olur bu olur diye değil o dozerin önüne geçmek, o parkın yakınından dahi geçmezdi.

Ama öyle güzel direndi ki teyzem, sessizce, sadece oturarak. Burası benim köşem dercesine koltuğuna kurularak...

Sonra ne oldu? Teyzemizin hareketi karşılık buldu ve yıkım durduruldu. Belediye başkanı gelip yanına oturup vermesi gereken sözleri verdi. Ne kadar samimidir bilinmez, bunu zaman gösterecek. Ve parka Kıymet Teyzemizin adı verildi.

Sen çok yaşa teyzem! Adın gibi güzel yaşa, güzel anıl..


2 Nisan 2014 Çarşamba

Kedidir Kedi!

Bahsettiğim tam olarak da buydu işte. Bugün 2 nisan ve hala seçimler dürüst ve güvenilir biçimde sonuçlanabilmiş değil. Ve bunun tek sorumlusu hırsızlar! Yine bilindik oy çalma numaraları, yine elektrik kesintileri, ucuz hileler.. Dünya tarihinde gelmiş geçmiş en gerçek 1 nisan şakasını enerji bakanının farkında olmadan yaptığına şahit oldunuz. Neymiş? Trafoya "kedi" girmiş ve elektrikler bu nedenle gitmiş. 3,5-4 metre atlayabilen bir kedi bunu yapabiliyormuş. Bu kadar olur ya! Adam bunu ciddi ciddi söyledi bir de. Ve şaka değil diye de ekledi. Tüm dünya bizle taşşak geçmesin de ne yapsın?

30 marttan beri güzel şeyler de oluyor ama. Örneğin bu yobazların oyununa gelmeyip bunu bozanlar itiraz ettiler seçimlere ve oyların tekrar sayıldığı çoğu yerde aslında CHP'nin kazandığı ortaya çıktı. Şimdi nasıl inkar edecekler çalmadıklarını? Şuan Ankara ve İstanbul'da da oylar tekrar sayılıyor. Bakalım hırsızların oyunu buralarda da bozulacak mı.. Ancak bu kadar güvenliksiz bir seçim olamaz. Yıl olmuş 2014!!! Seçim sandıklarını teslime gittiğimizde gördüklerimize inanamadık. Tutanaklardaki rakamlar eşleşsin diye üzerinde istedikleri değişiklikleri yapabiliyorlar. Toplayıp çıkarıyor oradaki memur ve eşleşmiyorsa "git bunu düzelt de gel" diyor. bu ne demek ya? Tüm tutanakların üzeri karalamalarla dolu. Böyle iş mi olur? Böyle saçmalık mı olur?

Gerçi bizim milletimize müstahak. Neden mi? Biz hiç bir iyi şeyi jhak etmiyoruz çünkü. Çünkü biz pis, görgüsüz, medeniyetten nasibini alamamış bir milletiz. Oy kullanmak için gittiğiniz okullarda insanların orayı nasıl pislettiklerine dikkat ettiniz mi? Adam içtiği meyve suyunun kabını, su şişesini çöpe atmaktan aciz! Ve biz bu insandan bizi yönetecek kişileri seçmesini umuyoruz. Özellikle seçim sonuna doğru okul önünü fotoğrafladım. Böyle bir pislik olamaz. Bu insanlık değil. Bir de küçük bir video çektim etrafın pisliğini göstermek için. Paylaşabilirsem onu da paylaşacağım.