Her zaman böyle mavi bir karanlığa ve seslere bulanmış halde yalnız başıma değildim. En azından bu kadar değil. Benim kadar normal biri daha bu sesleri, bu soğuk koridor taşlarını ve banyodaki anlamsız uğultuları paylaşıyordu. Ama gitti. Giderken eşyaları almak ne garip... Bana kalan yalnızca bir tarafı kırık çekyat, sadece TRT-1'i gösteren çük ekran televizyon ve kavga ederken kullanmaya çalıştığımız saygı çerçevesi...
Kapının üzerindeki gözetleme deliğinden belli aralıklarla ışık sızıyor içeri. Odak noktası gözbebeğime denk geldiğinde gecelerim daha karizmatik geçiyor. Ya da ben ancak bu şekilde avutabiliyorum aynadakini. "Yalnızlık Allah'a mahsustur" sözüne inanıp bu kadar yalnızlığın ardından kendini Tanrı sanan bir delinin gerçeği anladığındaki salya sümük haliydi aslında aynadan yansıyan. Zordur ölüme mahkum bir hastaya ya da bir idam mahkumuna öleceğini söylemek. Her ikisi de bilir aslında neler olabileceğini ama yine de yüzlerini kapattıkları ellerinin, parmaklarının arasından izlemeye devam ederler... Ölüm. Belli bir yaşıma kadar ölümün nasıl koktuğunu ve ne renk olduğunu düşündüm. Yıllarca bir çok düşüncemin değişmesine, beklentimin beni yanıltmasına tanık oldum ama emin olduğum bir şey vardı... Ölüm asla kırmızı değildi.
Bazen neden hep koridorun aynı yerini kullandığımı sorguluyorum. Çünkü yer değiştirmek rahatlatır insanı. Yastığın soğuk tarafına denk gelip ferahlamak gibi. Ama ferahlayamıyorum. İçimde bir karanlık. Gol attığında göstermek için formasının altındaki t-shirt'e sevdiğinin adını yazan ancak hiç bir zaman gol atma fırsatı yakalayamayan bir defans oyuncusunun hüznü ve kulaklarımda Sadri Alışık'ın "Bu da mı gol değil?" feryadı...
Gece uzun, gece yalnız, gece karanlık...
Uyumuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder