Yeni yıl heyecanının hepimizi iyiden iyiye sardığı bugünlerde, bir yandan yılbaşı akşamı için planlar yaparken bir yandan da “ne hediye alacağım?” endişesi içerisine giriyoruz. Yılbaşına kısa bir zaman kala alışveriş merkezlerinde telaşla gezmek yerine sizin için hazırladığımız alternatif hediye ve kampanya önerilerine mutlaka göz atın derim!
Sizin için ilk seçtiğim hediye alternatifi moda ile teknolojiyi bir araya getiren Samsung Galaxy Gear! Çarpıcı renk seçenekleri, ince ve zarif tasarımı ile giyilebilir teknolojileri günlük yaşama daha da entegre eden Samsung Galaxy Gear alan herkese, 32GB microSD kart hediye ediliyor. 31 Aralık’a kadar geçerli olan kampanya ile hem yeni yılın en şık hediyesi olmaya aday Galaxy Gear’a, hem de yeni yılda en güzel anılarınızı rahatça saklayabileceğiniz 32GB microSD karta sahip olabilirsiniz.
Yenilikçi ve modaya önem veren kullanıcılara siyah, beyaz, gri, turuncu, sarı ve roze gibi çarpıcı renk seçenekleri sunan Galaxy Gear, 1.9 megapiksel BSI sensörlü kamerası ve 1.63 inç Super AMOLED ekranı ile kullanıcıları cezbediyor.
Telefonunuz cebinizdeyken bile bağlantıda kalmanızı sağlayan Galaxy Gear’da bulunan dahili hoparlör sayesinde telefonsuz konuşma deneyimini sunuyor. Örneğin, bir yandan yılbaşı partiniz için hazırlanırken, diğer taraftan telefon konuşmalarınızı yapabilir, alarmınızı kurabilir, mesaj yazabilir ya da takvim girişlerinizi oluşturabilirsiniz.
Kampanya hakkında detaylı bilgi için buraya tıklayın: http://www.samsung.com/tr/campaigns/galaksidenhediye
Yeni yıl, yeni umutlar, yeni hediyeler… Peki 2014 için dileğiniz hazır mı?
Siz sevdiklerinizi unutmayıp yeni yıl hediyeleri alırken Garanti de sizi unutmamış!
2013 yılını geride bırakırken yeni yıldan yeni dilekler eksik olmuyor. Yeni yıla girerken Garanti Bankası bazılarımızın dileklerini duymuş gibi sosyal medya takipçilerini sevindirecek bir kampanya yapmış!
Yeni yıl hediyeniz Garanti Link’ten!
Yıl boyunca farklı kampanyalarla fırsatlar sunan Garanti Link, 2014’e girerken çuvalını hediyelerle doldurmuş bir Noel Baba gibi bacanızdan inmeye hazırlanıyor. Günde en az 10 kere kontrol ettiğimiz sosyal medya hesaplarımızı Garanti Link ile Link’leyerek 14 şahane hediyeden birini kazanmaya hak kazanıyoruz. Televizyondan tablet bilgisayara, telefondan fotoğraf makinasına kadar birbirinden değerli hediyelerden birine sahip olmak çok da kolay. Benim dileğim yeni yılda sevdiklerimle her anımı ölümsüzleştirebileceğim bir fotoğraf makinası. Sizin dileğiniz ne?
Siz de buradan sosyal medya hesaplarınızı Link’leyin, 14 şahane hediyeden birini kazanma şansı yakalayın!
Şimdiki önerim ise özellikle ev hediyesi almayı düşünenlerin oldukça ilgisini çekecek!
2014'ün en güzel kahvaltıları, en hoş sohbetleri için Vestel’in sunduğu kahvaltı setlerine mutlaka göz atın derim!
Vestel yılbaşına özel hazırladığı kahvaltı setleri ile hediye alışverişini kolaylaştırıyor. Kırmızı, Inox ve Siyah Kahvaltı Setleri hem şıklığı ile göz dolduracak, hem de sevdiklerinizi çok mutlu edecek. “Hediyem yılbaşı ruhuna uygun olsun!” diyenler için kırmızı set ideal bir seçim.
Vestel Inox Su Isıtıcı, Dijital Tost Makinesi, Türk Kahve Makinesi'nden oluşan Inox set de çok şık ve pratik bir alternatif. Bu setin farkı ızgara olarak da kullanılabilen Vestel Dijital Inox Tost Makinesi.
Modern ve şık bir hediye arayanlar içinse önerimiz Siyah Set. Vestel Siyah Su Isıtıcı, Ekmek Kızartma Makinesi ve Filtre Kahve Makinesi içeren bu set farklı tasarımı ile benzersiz bir hediye olmaya aday.
Setler için buradan online sipariş verebilir, ücretsiz kargoyla hemen hediyelerinize kavuşabilirsiniz! Unutmadan, Vestel Kahvaltı Setleri 2014 yeni yıla özel hazırlandı. Yılbaşı’ndan sonra bu şekilde set olarak bu fiyatlarda bulmanız pek mümkün değil.
Özel, başka hiçbir yerde olmayan bir hediye arıyorsanız Vestel'de harika bir öneri daha var: Yılbaşı özel tasarımlı Türk Kahvesi Makinesi yeni yıla özel indirimli sadece 59 TL!
Bir boomads advertorial içeriğidir.
20 Aralık 2013 Cuma
21 Kasım 2013 Perşembe
Bir Uykusuzun Rüyası Vol#23
"Önce pencereleri açmalısın. Önce temiz hava.."
Kendimi kendi çöplüğüme hapsettiğim ve apartmandan başlayıp bir ses röntgencisi gibi etrafımı dinleyerek çürümeye bıraktığım dönemde de bu nasihat vardı kulağımda. "İçimizi de havalandırmalıyız.." diyerek banyonun serin zeminine oturduğumda tek beklediğim; babamdan "aferin" ya da "işte benim oğlum" dercesine bir göz kırpma ya da yerinde olup olmadığına emin bile olmadığım kafasıyla küçük bir onaylama hareketiydi. Bunlar olmayınca rüzgar çok sert esiyor.
Hayatın bizimle dalga geçme şekli bazen çok tuhaf. Lunaparkta geceleri kendini mutlu zanneden insanlardan kalma eğlence kırıntılarını toplarken, hiç bilmediğiniz bir şehirde sadece hayatta kalabilmek ve intikamınızı alabilmek için restorantların arkalarındaki yemek kırıntılarını toplamaya muhtaç olmak..
Buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Nasıl geldiğimiyse kısmen hatırlıyorum. Eskişehir'in yerel evsizlerinin akşam yemeğine salça olduktan sonra az da olsa yoluma devam edebilecek kudreti elde edebiliyorum. Ama şu sıralar alışık olmadığım bir şey var. Dönme dolapta gözlerim kapalı tek başıma dönerken yaşadığım huzurun ufacık bir parçasını bile içimde hissetsem ya da annemim bana son bakışı aklıma gelse gözlerim yaşarıyor. Duygularımı üşüttüm ya da kendim haricinde biriyle dertleşmeye ihtiyacım var.. ilki daha samimi geliyor..
Beni seferi olarak gören bir çoğu gibi; yol kenarındaki taşın üzerine bağdaş kurup otostop çektiğim insanların da, yanımda üstümdeki kıyafetlerden hariç bir şey göremediklerinden fazla yüküm olmadığını düşünmeleri için dua ediyorum. Dua dediğime bakmayın. İnancını kaybetmişin umudunu ya da küçük bir çocuğun annesiyle ilgili hatırladığı tek ninniyi mırıldanıyorum. Aklımda taşıdığım hikayemin ağırlığından habersiz yanımdan legal hızdaki kilometrelerle geçen hayatlar.. Herhangi birinin bile benim görünüşümdeki birini bir kaç saatliğine de olsa kendi hayatına misafir etme ihtimalini düşünmek, haşlanmış yumurtadan civciv çıkmasını beklemek gibi..
Kaybettiği halde küstahça bayrağını kaldıran son asker gibi baş parmağımı uzattığım elimi kaldırıyorum..
İşte geliyor…
11 Kasım 2013 Pazartesi
10 Kasım 2013 Pazar
Ölümsüzlüğü Bulan Adam...
Neler neler var söylenecek.. Yine senenin en hüzünlü günü geldi çattı. Sabah erkenden kalkıp o siren sesiyle farkındalıkların arttığı, saygının sevginin tavan yaptığı gün bugün. Her yıl Atamızı daha çok özlüyor ve arıyor olmamız ülkenin daha kötüye gittiğini gösterir yalnızca.
Atamızın bize miras bıraktığı ülkenin ne hale geldiğini hepimiz biliyoruz, görüyoruz. Cumhuriyet Beyfendisi bir liderin kurduğu ülke, badem bıyıklı yobazların eline kaldı. Ama bırakmayacağız. Yedirmeyeceğiz! Sabah kalkıp tv'yi açtığımda Anıtkabir'den canlı yayın vardır. Arslanlı yol'da yürüyordu meclis heyeti. Öyle bir tavırları vardı ki, "Bitse de gitsek", "Ulan yine geldik" der gibi. Yüzlerinden ve hareketlerinden okunuyordu. Yazıklar olsun hepinize..
Ama ne yaparsanız yapın.. ENGELLEYEMEYECEKSİNİZ!..
Okullardan Atatürk posterlerini kaldırırsınız, kurumların başından T.C ifadesini kaldırırsınız, sabahları okunan andımızı yasaklarsınız belki.. Ama sonra ne olur?
10 Kasım'da yüreğinden Atatürk sevgisini kaldıramadığınız ve kaldıramayacağınız o halk gelir, Ata'sının huzurunda o andı tek yürek hep bir ağızdan okur!
Tam 75 yıl önce bulundu ÖLÜMSÜZLÜK! 10 Kasım 1938'de saat 09:05'te…
Olmasaydın.. Olmazdık ATAM.
9 Kasım 2013 Cumartesi
"Dünya Nüfusu'nun %98'i Bunu Çözemez."
Başlık tamamen Einstein'a ait. Bu önerme doğrulanmış mıdır ya da doğrulanabilir mi bilemem. Ben sadece elçiyim :) Einstein, zamanında bir soru yaratmış ve başlıkta da yazdığı üzre bu soruyu dünya nufusunun %98'inin çözemeyeceğini iddia etmiş. Denemek isteyene kolay gelsin :)
Önce soruyla ilgili ipuçları;
1- 5 tane ev var ve hepsi farklı renklerde.
2- Her evde oturanın ayrı bir uyruğu var.
3- Hepsi de farklı bir içecek içiyor, farklı bir hayvan besliyor ve farklı marka sigara kullanıyor.
4- Bu 5 insandan hiç biri diğerinin yaptığını yapmıyor.
Ve sorunun maddeleri;
1- İngiliz kırmızı evde oturuyor.
2- İsveç'linin köpeği var.
3- Danimarka'lı çay içiyor.
4- Yeşil ev, beyaz ev'in tam solunda duruyor.
5- Yeşil evin sahibi kahve içmeyi seviyor.
6- "Palmall" marka sigara içen kuş besliyor.
7- Ortadaki evde oturan süt içmeyi seviyor.
8- Sarı evde oturan "Dunhill" sigarası içiyor.
9- Norveçli 1. evde oturuyor.
10- "Marlboro" içen, kedisi olanın yanındaki evde oturuyor.
11- At'ı olan, "Dunhill" sigarası içenin yanındaki evde oturuyor.
12- "Winfield" sigarası içen bira'yı seviyor.
13- Mavi evin yanında Norveç'li oturuyor.
14- Alman, "Rothmanns" sigarası içiyor.
15- "Marlboro" içenin komşusu sadece su içiyor.
SORU: BALIK KİME AİT?
Siz yüzde kaçlık dilimdesiniz?
1 Kasım 2013 Cuma
Twitter'dan Takipleşelim...
Herkese yaklaşık 1 haftalık aranın ardından merhabalar. İş dolayısıyla bu aralar çok ilgilenemediğimi düşündüğüm için en azından twitter'dan haberleşebiliriz diye düşündüm. @serkanyanik olarak arattığınızda bulabilirsiniz. Ben de şuan için sayfaya girme fırsatını çok bulamıyorum. Benim için de yazılarınızı takip açısından süper olur..:)
9 Ekim 2013 Çarşamba
Day & Night - Gece & Gündüz (Pixar Short Film)
Gece ve gündüz arasındaki çekişmeyi bu kadar eğlenceli hiç bir yerde izlememişsinizdir. Benim gibi Pixar aşıkları için bu kısa film ilaç gibi gelecektir. Daha önce bir öğretmen okur öğrencilerine izletecek film aradığından bahsetmişti bir yorumunda. Bu gayet güzel bir seçenek olabilir. Umarım beğenirsiniz.
Eve Düşen Balyoz...
Bugün Balyoz davasının karar günüydü. Sanırım artık karar verildiği için dilediğimiz gibi, rahatlıkla düşüncelerimizi dile getirebiliriz? Hani paket de açıldı, hani daha demokratik bir ülkeyiz ya artık?(!)
Bugün birçok ev gibi yakınımda bir eve de balyoz düştü... Bir aileyi paramparça etti. Ben inanıyorum ki dünyanın hiç bir yerinde böylesine küflenmiş bir adalet sistemi ve yaşanmışlıklar yoktur. Üzerine hiç bir yorum yapmadan Bugün cezası onanan askerlerimizden birinin eşinin yazdığı yazıyı paylaşmak istiyorum sizlerle. Ata'mızın kemiklerinin sızlamadığı, daha aydınlık günler umarım bekliyordur bizi...
"Öncelikle dualarıyla beni yalnız bırakmayan, arayan, mesaj bırakan arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ederim..
Bugün eşimin sırtında lekesizce taşıdığı ünüformasını çaldılar, ekmeğini çaldılar, çocuğumuzun geleceğini çaldılar. 50 kuruşluk bir cd de sırf adı geçiyor diye 13 yıl 4 ay cezasını onadılar suçsuz yere.. Öğrendik ki bu ülkede aslında adalet hiç yokmuş.. Kırmızı ışıkta bile duran, yıllarca Doğu batı demeden çalışan bizim, bütün değerlerimizi, inançlarımızı çaldılar.. Kızımdan babasını, ablalarından kardeşlerini, annesinden evladını çaldılar..
Ilk yapacağım işlerin başında bir kutuya doldurduğum eşimin üniformalarını, rozetlerini takdirlerini en üste de kızımla babasının resmini koyarak Genelkurmay başkanı olan kişiye kargoya göndermek olacak.. Bunları yaşatanların hepsi nefes aldıkları her gün vicdan azabından can veremesinler.. Ergün Saygun'un dediği gibi " şimdi güç onlarda ama hak hep bizimledir" biz o haksız yere verilen cezayı boynumuza madalya yaptık. Ne mutlu bana gerçek bir Kahraman eşi olmuşum.. Koltuklarında rahat oturan Necdet Özel'e de diyorum ki suçsuz yere ordudan atılan gencecik subaylarının vebali yüreğine taş gibi otursun.. Bugün telefonlarıma bakmak istemiyorum, beni affedin..
Ne olursa olsun biz dimdik ayaktayız ve herşeye rağmen direniyoruz..Ziyaret yerimiz artık Hasdal yerine Silivri olacak sadece.. Sevgiler herkese."
Allah Belanı Versin Senin!
Bugün hürriyet gazetesinde gördüğüm haber günümü resmen mahvetti. Ben böyle insanlık dışı şeyler görmeye artık dayanamyorum. Suudi Arabistan'da hayvanın teki 5 yaşındaki kızına tecavüz edip öldürüyor. Gerekçe olarak da "Kızlığından şüphe ediyordum" diyor. Allah belanı versin senin.. Verilen ceza da 8 yıl hapis ve 800 kırbaç.. Kimse kusura bakmasın ama madem şeriat hükümlerine uyan bir ülke orası, aynı şekilde sana da tecavüz edilmesini o kadar isterdim ki! Sonra da öldürülmeni!!! İnsan olmandan şüpheleniyorduk derdik sonra da.. Bahanemiz de hazır olurdu.. Bu orospu çocuğunun idam cezasına ya da daha ağır bir cezaya çarptırılmamasının sebebi de ne biliyor musunuz? Kızı öldürmüş olması. Yani onu o utançla yaşamaktan kurtarmış olması.. Tipine sıçtığım!!.. Allah hepinizin belasını versin!!!
7 Ekim 2013 Pazartesi
Farmville Gerçek Oldu..:)
Haberi gördüğümde "Bu ne lan"dedim. Net. Ama merak edip okuyunca acayip sevdim fikri. Ben köyde tarlaların arasında büyüdüm. Ama günümüzde bu muhteşem hayat koşuşturmasında, oturduğumuz apartmanların altında bahçe imkanımız olamayabiliyor :)
Semih Salnur adlı Su ürünleri Mühendisi vatandaşımız böyle bir proje gerçekleştirmiş. Tübitak'ın da destek verdiği olay İzmir-Menderes'teymiş. Farmville'in gerçek versiyonunu düşünün. Bir tarlanız oluyor. Evden doğru onu suluyor bakımını yapıyorsunuz. Yani siz bilgisayarınızdaki program vasıtasıyla "sula" dediğinizde tarlanızdaki gerçek görevliler gidip suluyor, hasatı toplayıp kargoyla evinize yolluyorlar. Kendi domates, salatalık, çileğinizi yiyorsunuz :)
İlerde hayvan de eklenecekmiş. Yalnız şuan sadece 650 tarla varmış. Tarlaların aylık masrafı da 10-15 lira arasında değişiyor. Bence çok eğlenceli olur, aklınızda bulunsun..
Semih Salnur adlı Su ürünleri Mühendisi vatandaşımız böyle bir proje gerçekleştirmiş. Tübitak'ın da destek verdiği olay İzmir-Menderes'teymiş. Farmville'in gerçek versiyonunu düşünün. Bir tarlanız oluyor. Evden doğru onu suluyor bakımını yapıyorsunuz. Yani siz bilgisayarınızdaki program vasıtasıyla "sula" dediğinizde tarlanızdaki gerçek görevliler gidip suluyor, hasatı toplayıp kargoyla evinize yolluyorlar. Kendi domates, salatalık, çileğinizi yiyorsunuz :)
İlerde hayvan de eklenecekmiş. Yalnız şuan sadece 650 tarla varmış. Tarlaların aylık masrafı da 10-15 lira arasında değişiyor. Bence çok eğlenceli olur, aklınızda bulunsun..
28 Eylül 2013 Cumartesi
Bir Uykusuzun Rüyası Vol#22
Ay ışığı.
Yağmur; intihar süsü verdiğim odamda, annemin oda sıcaklığındaki gözyaşı gibi yüzüme damlıyor yine. Önceleri yoklar gibi ve sonra tüm iştahıyla. Ve ay ışığı. Sahnenin en arkasındaki önemsiz bir figüranın bozuk spotu kadar ilgi gösteriyor bana. O da farkında. Ölüyorum.
Vücudumda direnç namına kalan ya da hala yaşayabilmek için umut besleyen son hücreler, dudaklarıma denk gelen suyun gerçekçiliğiyle tekrar umutlanıyor. Yılların nefretinden daha büyük bir his var artık içimde. Açlık...
Son kez bayılmadan önce Eskişehirde olduğumu anımsıyorum. Bulanık rüyaların arkasında saatten ne kadar kum aktı yada kırılan kum saatinin parçaları nereye saçıldı bilmiyorum. Ama tepenin ardından süzülen sarılık ve notalara karışan yemek kokusu kumların hala yanıbaşımda olduğunu gösteriyor. Sanırım artık dibe ulaştım. O'nun istediği de buydu ve oldu işte. Beni izliyor mu yine bilmiyorum. Ama etrafımda duyduğum onca karganın arasında Maça'nın da olmadığının garantisini kimse veremez..
Artık kalan enerjimi dipteki sıçramaya saklamalı ve şehre ulaşıp bir şeyler yemeliyim. Bilmediğim sokaklarda tanımadığım insanların arasında açık yaralarımla dolaşmak hiç kolay olmayacak. Ama bu ders olsun bize. Bir intikam için öncelikli olan güzel bir kostüm ve amacından sapmayan bir maskeymiş. Gözlerinize kadar görevini yerine getirmesi yeterli. Ancak şuan üstü başı yırtılmış ve hala kanayan yaraları olan bir serserinin önce gözlerine bakılacağını düşünmediğimden telaşlanmıyorum.
İnsanın annesi onu en olmadık zamanlarda arıyor ve insan annesini en olmadık zamanlarda özlüyor. Ben onu hep son bakışıyla hatırlıyorum. Aklımda daima onun gözlerindeki ışığın sönüşü ve babamdan alana kadar her günün kıvılcımıyla büyüyen intikam duygusu..
Babam.. Benden çocukluğumu, annemi ve uykularımı çalıp yerine mum alevinin ışığında sürdürmeye çalıştığım yolculuğu bahşeden adam..
Seni bulmadan uyumayacağım.
Yağmur; intihar süsü verdiğim odamda, annemin oda sıcaklığındaki gözyaşı gibi yüzüme damlıyor yine. Önceleri yoklar gibi ve sonra tüm iştahıyla. Ve ay ışığı. Sahnenin en arkasındaki önemsiz bir figüranın bozuk spotu kadar ilgi gösteriyor bana. O da farkında. Ölüyorum.
Vücudumda direnç namına kalan ya da hala yaşayabilmek için umut besleyen son hücreler, dudaklarıma denk gelen suyun gerçekçiliğiyle tekrar umutlanıyor. Yılların nefretinden daha büyük bir his var artık içimde. Açlık...
Son kez bayılmadan önce Eskişehirde olduğumu anımsıyorum. Bulanık rüyaların arkasında saatten ne kadar kum aktı yada kırılan kum saatinin parçaları nereye saçıldı bilmiyorum. Ama tepenin ardından süzülen sarılık ve notalara karışan yemek kokusu kumların hala yanıbaşımda olduğunu gösteriyor. Sanırım artık dibe ulaştım. O'nun istediği de buydu ve oldu işte. Beni izliyor mu yine bilmiyorum. Ama etrafımda duyduğum onca karganın arasında Maça'nın da olmadığının garantisini kimse veremez..
Artık kalan enerjimi dipteki sıçramaya saklamalı ve şehre ulaşıp bir şeyler yemeliyim. Bilmediğim sokaklarda tanımadığım insanların arasında açık yaralarımla dolaşmak hiç kolay olmayacak. Ama bu ders olsun bize. Bir intikam için öncelikli olan güzel bir kostüm ve amacından sapmayan bir maskeymiş. Gözlerinize kadar görevini yerine getirmesi yeterli. Ancak şuan üstü başı yırtılmış ve hala kanayan yaraları olan bir serserinin önce gözlerine bakılacağını düşünmediğimden telaşlanmıyorum.
İnsanın annesi onu en olmadık zamanlarda arıyor ve insan annesini en olmadık zamanlarda özlüyor. Ben onu hep son bakışıyla hatırlıyorum. Aklımda daima onun gözlerindeki ışığın sönüşü ve babamdan alana kadar her günün kıvılcımıyla büyüyen intikam duygusu..
Babam.. Benden çocukluğumu, annemi ve uykularımı çalıp yerine mum alevinin ışığında sürdürmeye çalıştığım yolculuğu bahşeden adam..
Seni bulmadan uyumayacağım.
13 Eylül 2013 Cuma
Açık Mektup..
Kadınım..
Bu yazıyı biraz geç yazabiliyorum sana. Affet. Ne benim için önemsiz olduğundan ne de başka sebepten.. Gerçekten aradığım vakti anca bulabildim. Tam bir hafta önce belki de en önemli sorumluluklardan birini aldın omuzlarına. Hem de 26 adet, sevimli, şapşal tatlılığında...
Bu sene 1. sınıfları okutuyorsun. Hayatlarında annelerinden başka kimseye güvenmeyi bilmeyen bıdıklara ikinci anne olup, ana koynundan başka sığınak bilmeyen kuzulara yuva yapıyorsun sınıfını, evini. O kadar önemli ki yaptıkların, yapacakların.. Çocuklarının, bu ülkenin zihin olarak parlayacak başarı elçisi olması da, tecavüzcü ya da katil olması da senin ellerinde..
En önemlisi düzgün birer insan olmaları.. Senin dokunuşlarında saklı her şey. Şimdiden değeri anlaşılan ve paylaşaılamayan..
Senden eşin olarak can-ı gönülden tek bir isteğim var;
Öyle güzel dokun ki onlara, Sen ne yazarsan onun okunacağı tertemiz zihinlerine öyle güzel işle ki insan olmanın ve iyi olmanın inceliklerini, şuan ki karanlığımızda en azından ileride bir ışık olabileceğine dair umudumuz olsun. Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK sevgisini, onun çizdiği yolu ve doğrularını öylesine kazı ki o ufacık kalplerine, ateş böcekleri gibi parlayarak yol göstersinler bizden sonrakilere.. Biz ki bir ağaç uğruna zannedilen haklı mücadelemizde sonuna kadar veriyoruz savaşımızı, başta Gezi Parkı olmak üzere sökülen her ağaç ve karartılan her yaşam için yeni fidanlar yetiştirmek senin görevin.. Bizim görevimiz.. Ali İsmail Korkmaz'lar, Ethem Sarısülükler izliyor bizi biliyorsun. Bir parça huzura ermeleri için bile daha özenli yetiştir onları.. Temellerini sarsamayacakları yeni bir orman yaratacağız birlikte. Ve her şey bir ağaç için olacak..
Evet, belki biz göremeyiz, ama bu değil mi zaten yaşama amacımız? Hep daha iyiye, daha güzele gitmek?
En ufak kuşkum yok bunları yapacağına dair. Sana sonsuz güveniyorum. Ve tüm bunların ardından sana ışık dolu güzel bir eğitim yılı diliyor ve öğrencilerinin teker teker gözlerinden öpüyorum.
Kocan.
Bu yazıyı biraz geç yazabiliyorum sana. Affet. Ne benim için önemsiz olduğundan ne de başka sebepten.. Gerçekten aradığım vakti anca bulabildim. Tam bir hafta önce belki de en önemli sorumluluklardan birini aldın omuzlarına. Hem de 26 adet, sevimli, şapşal tatlılığında...
Bu sene 1. sınıfları okutuyorsun. Hayatlarında annelerinden başka kimseye güvenmeyi bilmeyen bıdıklara ikinci anne olup, ana koynundan başka sığınak bilmeyen kuzulara yuva yapıyorsun sınıfını, evini. O kadar önemli ki yaptıkların, yapacakların.. Çocuklarının, bu ülkenin zihin olarak parlayacak başarı elçisi olması da, tecavüzcü ya da katil olması da senin ellerinde..
En önemlisi düzgün birer insan olmaları.. Senin dokunuşlarında saklı her şey. Şimdiden değeri anlaşılan ve paylaşaılamayan..
Senden eşin olarak can-ı gönülden tek bir isteğim var;
Öyle güzel dokun ki onlara, Sen ne yazarsan onun okunacağı tertemiz zihinlerine öyle güzel işle ki insan olmanın ve iyi olmanın inceliklerini, şuan ki karanlığımızda en azından ileride bir ışık olabileceğine dair umudumuz olsun. Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK sevgisini, onun çizdiği yolu ve doğrularını öylesine kazı ki o ufacık kalplerine, ateş böcekleri gibi parlayarak yol göstersinler bizden sonrakilere.. Biz ki bir ağaç uğruna zannedilen haklı mücadelemizde sonuna kadar veriyoruz savaşımızı, başta Gezi Parkı olmak üzere sökülen her ağaç ve karartılan her yaşam için yeni fidanlar yetiştirmek senin görevin.. Bizim görevimiz.. Ali İsmail Korkmaz'lar, Ethem Sarısülükler izliyor bizi biliyorsun. Bir parça huzura ermeleri için bile daha özenli yetiştir onları.. Temellerini sarsamayacakları yeni bir orman yaratacağız birlikte. Ve her şey bir ağaç için olacak..
Evet, belki biz göremeyiz, ama bu değil mi zaten yaşama amacımız? Hep daha iyiye, daha güzele gitmek?
En ufak kuşkum yok bunları yapacağına dair. Sana sonsuz güveniyorum. Ve tüm bunların ardından sana ışık dolu güzel bir eğitim yılı diliyor ve öğrencilerinin teker teker gözlerinden öpüyorum.
Kocan.
30 Ağustos 2013 Cuma
Yarın Çok Geç Olabilir...
Oldum olası gri renkten nefret etmişimdir. Nereye nüfuz etmiş olursa olsun. Bu ister bir obje olabilir, ister bir kıyafet ya da beyin hücresi...
Ama bugün bir kere daha gördüm ki asıl zararlı olan hücre olanıymış. Bu sabah bir yandan bunu düşünürken bir yandan da şansıma üzüldüm. Okkalı küfürler savurdum içimden. Çünkü daha dün tramvayla bu güzel merdivenin önünden geçerken etkilenip tekrar gelmeyi ve fotoğrafını çekmeyi düşünmüştüm. Görür görmez bir çok kişi gibi beni de gülümsetmişti. Bu tarz hayata "renk" katan şeyler, hareketler, insanlara moral verir ve ekstra hiç bir gereksinim duymadan insanların motivasyonunu yükseltir. Bunu yapmadı mı? En olmadı şu renkleri aniden gören insanın bir anlık gülümsemesi bile gün içinde parayla satın alamayacağınız cinsten değerli ve lükstür.
Bugün sabah haberleri bir açtım ki belediye, emekli orman çalışanının 4 gün emek vererek boyadığı merdiveni tekrar "gri"'ye boyamış. Bu nasıl olabiliyor gerçekten anlamıyorum! Yani nesinden rahatsız oldunuz ki bunun? Renklerden de mi korktunuz? Farklı düşüncelerden, farklı seslerden köpek gibi korkan bir yönetim olduğunuzu zaten biliyoruz ama bu kadar mı ödünüz kopuyor? Bu kadar mı acizsiniz? İnsanların mutluluğuna sebebiyet verebilecek böylesine güzel bir hareketi bile kabullenemeyip düşüncelerinizin rengine buluyorsunuz..
Bugün bir kere daha anladım ki, hiç bir şeyi, hayatınızdaki hiç bir güzelliği ertelemeyin.. Hele ki bu ülkede.. Karşınıza çıkan, sizi etkileyen ilk güzelliği yaşayın.. Ve bırakmayın.. Ben öyle yaptım ve hayatımın en güzel varlığını görür görmez onunla evlendim.. Gelip bizi gri'ye boyayamasınlar diye..
Ama bugün bir kere daha gördüm ki asıl zararlı olan hücre olanıymış. Bu sabah bir yandan bunu düşünürken bir yandan da şansıma üzüldüm. Okkalı küfürler savurdum içimden. Çünkü daha dün tramvayla bu güzel merdivenin önünden geçerken etkilenip tekrar gelmeyi ve fotoğrafını çekmeyi düşünmüştüm. Görür görmez bir çok kişi gibi beni de gülümsetmişti. Bu tarz hayata "renk" katan şeyler, hareketler, insanlara moral verir ve ekstra hiç bir gereksinim duymadan insanların motivasyonunu yükseltir. Bunu yapmadı mı? En olmadı şu renkleri aniden gören insanın bir anlık gülümsemesi bile gün içinde parayla satın alamayacağınız cinsten değerli ve lükstür.
Bugün sabah haberleri bir açtım ki belediye, emekli orman çalışanının 4 gün emek vererek boyadığı merdiveni tekrar "gri"'ye boyamış. Bu nasıl olabiliyor gerçekten anlamıyorum! Yani nesinden rahatsız oldunuz ki bunun? Renklerden de mi korktunuz? Farklı düşüncelerden, farklı seslerden köpek gibi korkan bir yönetim olduğunuzu zaten biliyoruz ama bu kadar mı ödünüz kopuyor? Bu kadar mı acizsiniz? İnsanların mutluluğuna sebebiyet verebilecek böylesine güzel bir hareketi bile kabullenemeyip düşüncelerinizin rengine buluyorsunuz..
Bugün bir kere daha anladım ki, hiç bir şeyi, hayatınızdaki hiç bir güzelliği ertelemeyin.. Hele ki bu ülkede.. Karşınıza çıkan, sizi etkileyen ilk güzelliği yaşayın.. Ve bırakmayın.. Ben öyle yaptım ve hayatımın en güzel varlığını görür görmez onunla evlendim.. Gelip bizi gri'ye boyayamasınlar diye..
Etiketler:
gri,
hükümet,
örümcek zihniyet,
renkli merdiven
1 Ağustos 2013 Perşembe
Düşünüyorum, Öyleyse Yokum..
Ne denir bilemedim.. Seversiniz sevmezsiniz, düşünceleri size yakındır ya da kenarından kıyısından dahi geçmez. Ne olursa olsun bir kalemi susturamazsınız. Bir düşüncenin ifade edilme özgürlüğünü kısıtlayamaz, buna müdehale edemezsiniz!
Bugün Can Dündar'ın Milliyet Gazetesinden "Kovulduğu" haberi düştü. Ki böylesine anti-demokratik bir hareketin yanında, durumu basına bildirirken kullanılan kelimenin acizliğine girmiyorum bile. Söylentiler üzerinden gidersek bu ayrılığın sebebinin Can Dündar'ın "Gezi Olayları" ile ilgili yazdıkları ve Mursi konusunda hükümetinkinin aksine bir tavır takınması gösteriliyor. Ne kadar doğru ne kadar yanlış gerçekten bilmesem de ben doğru olduğunu düşünenlerin arasındayım.
Dediğim gibi seversiniz ya da sevmezsiniz, ama bir insanı düşüncelerini ifade ettiği için, bu düşünceler sizinkiyle uyuşmadığı için, topluma ulaşabileceği mecradan uzaklaştıramazsınız. Ki bu semboliktir aslında. Bunu zaten isteseniz de yapamazsınız. Çok mu zor Can Dündar'ın bir web sitesi kurup buradan yazılarını paylaşması? Ama konu bu değil. Konu fikir özgürlüğüne vurulmaya çalışılan pranga..
Umarım daha güzel günler bekliyordur bizi...
Bugün Can Dündar'ın Milliyet Gazetesinden "Kovulduğu" haberi düştü. Ki böylesine anti-demokratik bir hareketin yanında, durumu basına bildirirken kullanılan kelimenin acizliğine girmiyorum bile. Söylentiler üzerinden gidersek bu ayrılığın sebebinin Can Dündar'ın "Gezi Olayları" ile ilgili yazdıkları ve Mursi konusunda hükümetinkinin aksine bir tavır takınması gösteriliyor. Ne kadar doğru ne kadar yanlış gerçekten bilmesem de ben doğru olduğunu düşünenlerin arasındayım.
Dediğim gibi seversiniz ya da sevmezsiniz, ama bir insanı düşüncelerini ifade ettiği için, bu düşünceler sizinkiyle uyuşmadığı için, topluma ulaşabileceği mecradan uzaklaştıramazsınız. Ki bu semboliktir aslında. Bunu zaten isteseniz de yapamazsınız. Çok mu zor Can Dündar'ın bir web sitesi kurup buradan yazılarını paylaşması? Ama konu bu değil. Konu fikir özgürlüğüne vurulmaya çalışılan pranga..
Umarım daha güzel günler bekliyordur bizi...
Etiketler:
can dündar,
düşünce özgürlüğü,
ifade özgürlüğü,
milliyet
30 Temmuz 2013 Salı
Senede Bir Gün...
Kadınım...
Bugün tam 1 ay oldu. Nelerden geçtik seninle, nerelerden geldik.. Bugün eserimizin üzerinden tam 1 ay geçti. Kısa gibi görünebilir ama aslında mücadelelerle dolu tam 2 yıl + 1 ay..
Bunca zaman neredeymişsin ya da nasıl sensiz geçmiş ben de bilmiyorum. Ama bu alışkanlık değil. Kesinlikle değil. Daha 1 gün oldu senden ayrı.. Ama geçmedi. Geçmiyor..
Annemden bana kalandı göbeğimdeki çukur, alışkındım.. Ama senden kalan yastığın çukuru çok derinmiş. Ben bunu gördüm. Şairin de dediği gibi ben ölünce gömsünler beni diyeceğim yer de gülüşünle oluşan çukur olur ancak. Başka da bir şey istemem zaten..
O kadar aksilik yaşadık ki, ne kadar anlatsak da çoğu insana az gelir. 13 gün sonra tam 2 yıl olacak aşkım. Senin gözlerine bakıp "Acaba olur mu?" sorusunun cevabını arayan bu adamdan, ayrı geçen 1 günün ardından, yatağa uzanınca boş kalan koluna bakıp gözleri dolan bir adam yarattın sen. işten gelebilmeyi iple çeken, sırf senin gözlerinin içinin gülüşünü bir an önce görebilmek, sana sarılabilmek için eve koşarak gelen bir adam..
Bitanem.. Gülüşüyle içimde güneş açtıran güzel gözlü karım.. Kutlu olsun şimdiden 2. yılımız ve 1. ayımız..
Seni tüm kalbiyle seven kocan.
25 Temmuz 2013 Perşembe
Omurgasızlık Zor Zanaat...
Geçtiğimiz günlerde Yiğit Bulutûn ardından son zamanların en büyük yalakalığına imza attı Şafak Sezer. Tayyip Erdoğan'ın katıldığı bir yemeğe katılarak, yanına gidip, dizlerinin üzerine çöküp, gezi parkı olaylarına verdiği destekten ötürü "Özür Diledi." Madem özür dileyecektin, benimsemediğin bir düşünceyi neden savunuyormuş gibi yapıyorsun? Neden kendini olmadığın gibi gösetermeye çalışıyorsun? Ama noldu sonra? Tam da kendine yakışır biçimde özüne döndün. Olman gereken yere indin. Zaten iner misin? Çıkar mısın yarışması değil miydi seni bu millete tanıtan.. Senin akıbetin açısından iner misin? çıkar mısın? sorusunun cevabını tüm Türkiye gördü sayende. Erdal Beşikçioğlu'nun da çok güzel belirttiği gibi, Şafak sezer para'dan ve güç'ten özür diledi aslında. Bu nasıl bir nemalanma, para kazanma çabası ya da bundan sonra para kazanamam kaygısıysa..
Bu yetmiyormuş gibi bir de çıkıp, Mehmet Ali Alabora gibi düzgün bir adama laf söylemeye kalkıyor. "Dünya'nın en korkak adamı" diyor onun için. Doğrudur Şafak Bey. Korkuyor. Ama siz ve sizin gibi omurgasızlar bu korkuya aşina değilsiniz. O korkak dediğiniz adam Gezi Eylemi'nin ilk gününden itibaren haklı direnişin yanında oldu ve destek verdi. Orantısız güç uygulayarak halkı sindirmeye çalışanlardan korkmadı. O adamın korkusu sadece ve sadece ülkesi adına gelecek korkusu ya da çocuğunun hak ettiği gibi daha demokratik, daha özgür, daha güzel bir dünyada yaşayamama ihtimali korkusudur. Sizin gibi "Ya cebimi daha fazla dolduramazsam" "Ya çarkın dışında kalırsam" korkusu değildir.
Ama iyi oldu.. Kutsal Damacana'yı gördük...
20 Haziran 2013 Perşembe
Biz Senden Sonra Çok Eksiğiz ATAM!
SUNAY AKIN
ANLATIYOR:
Mustafa
Kemal Atatürk'ün naşı İstanbul'dan ayrılıyor, Ankara'ya götürülecek.
İnsanlar
üzüntülü, hüzün var her yerde...
Karaköy'den
geçerken birdenbire,
'Çıt'
diye bir ses...
Çıt! Çıt!
Çıt!
Aaa!
Gökyüzünden
düğme yağdı biliyor musunuz?
Düğme
yağdı gökyüzünden!
Atatürk'ün
o bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı...
Rengârenk
düğmeler!
Düğme
yağıyor! Çıt! Çıt! Düğme yağıyor!
Herkes
yukarı baktı!
O
caddedeki dükkânlarda, bürolarda
Türkiye
Cumhuriyeti'nin Yahudi vatandaşları var pencerelerde...
Ve Yahudi
kardeşlerimiz, ülkenin Yahudi vatandaşları, önderlerini, bu güzel insanı kendi
(matem) geleneklerine göre "gömleklerinin ceketlerinin düğmelerini
kopararak" uğurluyorlar...
Nasıl bir
görüntü...
Atların
çektiği top arabasında Mustafa Kemal Atatürk'ün tabutu ve üstüne rengârenk
düğmeler yağıyor, pencerede gözüyaşlı insanlar...
Gömleklerin,
ceketlerin düğmeleri kopartılarak uğurlama ne demekmiş biliyor musunuz?
"BEN
SENDEN SONRA EKSİĞİM"
9 Haziran 2013 Pazar
Genel, Özel, En İçten Teşekkürdür...
Hiç haberim olmadan, beni takip eden diğer blog yazarları tarafından "2013 BlogStar Ödülleri"'ne aday gösterilmişim ve yine takipçilerimin oyu ve desteğiyle "En Duyarlı Blog" ödülüne layık görülmüşüm. Bu konuda emeği geçen, bunu düşünen, böyle gören herkese çok ama çok teşekkür ediyorum. Aynı duyarlılığı sizinde paylaştığınızı, cümlelerin suya yazılmadığını görmek beni anlatamayacağım kadar mutlu etti. İyi ki varsınız...
6 Haziran 2013 Perşembe
Tencere Tava, Hep Aynı Hava...
Başbakan'ın Gezi Parkı direnişi ile ilgili getirdiği "Tencere tava, hep aynı hava" yorumuna "Kardeş Türküler"'in getirdiği muhteşem yorumu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim... Ağzınıza sağlık...
En Duygusal, Naif, Olmaz Olası Veda...
Doktora gidiyorsunuz. Hatta o çok yoğun iş temponuzdan, ajandanızdaki boşluklardan çalarak, araya dereye sıkıştırarak.. Sonra doktorlar size, üzgün ama daha önce defalarca dile getirebildikleri için alışmış bir ifadeyle bir kaç haftalık ömrünüzün kaldığını söylüyorlar...
Ne yapasınız? Düşünsenize.. O an bir saat sonra gireceğiniz toplantı, dün akşam hiç yüzünden ettiğiniz kavga, bir kaç gün sonra gideceğiniz bir yerde "Ay ben ne giyeceğim" derdiniz.. Hangisi o an anlamlı geliyor? Düşünsenize, anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz.. onları daha ne kadar görebileceksiniz belli değil... Hayatta her an çok değerli oyüzden ana koşuşturmadan bunu sürekli unutuyoruz.
Zack Sobiech daha 17 yaşında. Yaşındaydı. Doktorlar gençlerde çok nadiren görülen bir kemik kanseri türüne yakalandığını söylediler. Ama o belki de çoğu insanın yapacağı gibi umutsuzluğa kapılıp karalar bağlamak yerine hayata tutunmayı seçti ve yaşından beklenmeyecek olgunluk göstererek "Daha yapılacak şeyler" var diyerek müziğe tutundu. Bir beste yaptı. Arkadaşlarından bunu seslendirmelerini istedi. Bu bir çeşit vasiyetti onun için. Ve sonrasında bu duruma destek olmak isteyen ünlülerle birlikte arkadaşları bu şarkıyı seslendirdiler.
Zack yetişemedi, şarkısını dinleyemedi. Ama en içten, en güzel vedayı bu şekilde etmiş oldu..
R.I.P Zach Sobiech.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)