Yaşam belirtisi...
Güvendiğim tek şey, zihnimin karanlıktan göremediğim ücra köşelerinden birinde bir hücredeki yaşam belirtisi. Tutunduğum tek dal bu. Dünyanın bir çok yerinde farklı felsefelerin uzlaştıkları, dibe vurduğunda kendini yukarı itebilecek güce sahip olma zorunluluğunu kabulleniyorum sadece. Ölmeden önce gözlerinizden geçen film şeridinin galası yerine anlamsız görüntülerden oluşan bir şaka var sanki gözlerimde. "Çocukluğumun geçtiği evde masaya atılan maça as'ın yarattığı hava akımını ve soğuğu hissederek üst kata çıkmak.. Rahibin dilinin ucundan düşmek üzereyken yakaladığı yalan ve avına düşünme süresi tanıyarak dalga geçen yılan...
Vücudumdaki kesiklerden akan kan, "Hepsi geçti" dercesine okşayan anne eli gibi yaralarımın üzerinden geçerken; açılan yaralarda ve çiziklerde yeni sürülmüş bir tarlaya tohum ekercesine geziniyordu Soytarı'nın elleri.. Bir "Katil"'i baştan yaratmayı amaçlayan şefkat dolu elleri.. Hissediyorum..
Bir hastalığı yenmenin bile ilk adımı olan "Kabullenmek" bunun için de geçerli. Önce ne olduğunuzu kabullenmelisiniz. İç huzurunuza da, almak için mum alviyle dahi yanıp tutuştuğunuz intikamınıza da ulaşmanın öncelikli yolu bu. Kaç gün oldu bilmiyorum. Ama aklımın hala yaşayan bir köşesinde; kendisinin de söylediği gibi Soytarı'nın aslında bana yardım edeceğine, ondan aslında bana zarar gelmeyeceğine dair irili ufaklı kırıntılar var. Tüm bunlardan sonra çok tuhaf gelse de biliyorum ki kötü insan yoktur. Bir zamanlar girdiği mücadelede inancından bıçaklanmış ve hala kan kaybeden insanlar vardır. Belki de bu benim kendimi kandırma yöntemim.. Ama Soytarı'yı kandıramadım. Daha trende anlamıştı beni ve amacımı. Hiç bir zaman öğrenci seçmemiştir ustasını... O da beni seçti...
Bayılmalarımın arasında kulağıma fısıldadıklarından arta kalan bir kaç şey var sadece zihnimde.. Saf acıyı hissetmeden özgürleşemeyeceğim ve asla hazır olamayacağım gibi.. Alışkanlıklarından, korkularından, benliğinden sıyrılmadan nasıl alınabilir ki bir intikam? Ya da bunlar olmadan bir yolculuğa çıkacak kadar nasıl kör olabilir ki bir insan? Metronom ya da buna benzer saatlerde sinir bozucu olan çıkardıkları ses değil, sizi o sese ve sürekliliğine alıştırdıktan sonra bir daha o sesi duyamayacağınıza dair yaşadığınız korkudur. Alışkanlıklar ve ön yargı..
Yüzümdeki uyuşuklukta zeminin soğukluğunu hissetmeye başladığım an artık zincirlerimin olmadığını ve odaya bir ışık hüzmesinin misafir olduğunu fark ediyorum. Odanın köşelerine yayılmış, görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla sönmüş mumlar dışında yalnızım. Hiç tanımadığım, beni benden daha iyi tanıyan, hazır olduğum yalanını yüzüme çarpıp beni hazırlamaya çalışan bir Soytarı'nın hücresinde kendimi yeniden evimde hissedeceğimi gerçekten düşünmezdim. Yine iliklerime işleyen zeminin soğukluğu.. Kapı deliğinden süzülen ışık yerine hücrenin tepesinde açılmış bir kapaktan içeri süzülen dış dünyanın ışığı.. Uzun bir aradan sonra evde olmak güzel.
Soytarı'yı bir daha görürmüyüm bilmiyorum. Ama şuan bile hissettiğim gibi onun beni sürekli izleyeceğine eminim. Gün ışığı uzun bir aradan sonra intikamın taze kokusuyla gözlerimi kamaştırıyor...
Uyumuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder