Gözlerim, tonlarca günahın ağırlığını taşırcasına kapalı... Evimin banyosunda diğer katlardaki hayatları dinlerken duyduğum gibi sanki 7 kapı ardından gelen boğuk ve yankılı tok bir ses hafifletiyor gözlerimi;
- Uyan! Bu defa vurmak istemiyorum.
Gözlerimi aralamaya çalıştığımda karşılaştığım bulanıklık; ne aydınlığa alışırken yaşadığınıza ne de uzun süre dibe dalıp su yüzeyine çıktığınızda yaşadığınıza benziyor. Ve bu nedenle gözlerimin şuan sadece gözbebeğinden oluşuyor olması şaşkınlıktan değil karanlığa uyanıyor ve alışmaya çalışıyor oluşumdan. Sokaktaki diğer yaşıtları tarafından, doğuştan hediye edilen herhangi bir farklılığı yüzünden oyuna alınmayıp tüm hıncını evdeki cansız akranlarından çıkaran yalnız bir çocuk gibi zihnim bana oyun oynuyor. Çünkü bana kalsa ben az önce kendime gelmiş ve "Bir daha vurmak istemiyorum" dediği tokadı çoktan yemiştim.
Köşeye sıkıştırılmış bir hayvan, hastalığın yanıltıcı evresi ve ölüm öncesi...
Bu üçünün size ortaklaşa yaşattığı duygu bir anlığına da olsa kendinizi iyi ve güçlü hissetmenizdir. Bu üçünden ilkini kendimde hissederek var gücümle gözlerimi karanlığa açıyorum. Ukalalığından hiç bir şekilde taviz vermeyen ama gösterdiğim çabayı da takdir eden, büyükbabamınkine uzaktan kuzen olabilecek bir tebessüm karşılıyor beni. Benim adıma başkası konuşuyormuşçasına yabancılaşıyorum sesime;
+ Ben uyumam! Yıllardır uyumuyorum!
- Tüm bu zamanın intikamını 4 günde aldın o zaman?
4 gün? 4 gündür uyuyor olamam. Bu da bir oyun. Sanki şu yaşımda ilk kez dünyaya gelmişim gibi her şey anlamını yitiriyor ve hiç bir şey anlayamıyorum. Şuan en çok ihtiyacım olan şey o tokat olabilir mi?
Ama bunun yerine soytarı beynimi tokatlamaya devam ediyor;
- Peki asıl intikamını da alabilecek misin?
İşte tokat.. Yuvasına götürmek için tüm gücüyle ittiği su damlasını yol boyunca sürtündüğü toprağa kurban veren bir karınca gibiyim. Geçen sürede hazır olduğuna sadece kendini inandırabilmiş beceriksiz bir yalancı.. Ellerim ve ayaklarım duvara zincirli olduğundan arkamda olmadığını biliyorum ama bana geçmişimin tüm çıplaklığıyla sorular soran ses zifiri karanlığın neresinde bilmiyorum. Gözlerinin ne kadar büyürse büyüsün her zaman karanlık bir nokta kalıyor.
+ Kimsin sen? Göster kendini!
Bir düzine köpek tarafından gece yarısı kovalandığınızı düşünün... Kalp atışlarınızın her adımda daha çok bağırdığını, bacak kaslarınızdaki yangının büyüdüğünü... Öye bir an gelir ki kaçmayı bırakıp size doğru koşan anılarınızla tekme tokat yüzleşmek zorunda kalırsınız. Umut.. Bazen yalnızca bu vardır avcunuzda. Ama azalıyor. Sımsıkı kapalı olsa da karşılaştığım her zorlukta bulduğu her boşluktan sızarak beni biraz daha yalnız bırakıyor. Kalbinizi başka bir kalbe pamuktan bir iple bağlayıp kopmamasını umarak peşinden sürüklenmek gibi...
Beni kendine zincirleyen geçmişimden, kalan tüm gücümle hamle yaparak kurtulmaya çalışıyorum. Hamlem duvardaki çatlaklardan bir kaçının daha dökülmesinin dışında reflekslerine yenik düşen Soytarının, odanın sol tarafında olduğunu anlamamı sağlıyor...
- Şşşt.. Sakin ol. Ben sana yardım ediyorum.
+ Kimsin dedim! Senin yardımını falan istemiyorum! Çıkar beni burdan! Korkma göster kendini!
- Korkma? Tokat zihnini bulandırdı sanırım.. Bağlı olan sensin.
+ Neden karanlıkta konuşuyorsun ozaman? Neden mum yakmıyorsun yine?
- Mum yakarsam seni öldürmek zorunda kalırım.. Bunu mu istiyorsun?
+ Hayır! Sadece s.ktiğimin yerinde noluyor anlamak istiyorum!
- Anlayacaksın.. Ama şimdi değil..
Benzetmeleriniz çok iyi :) O kadar iyi ki okurken gözümün önünde canlanıyor "ben bunu yaşamıştım veya izlemiştim" deme hissi uyandırıyor içimde. Uzun bir aradan sonra tekrar uykusuz okuyabilmek mutluluk vericiydi :) Ellerinize, emeğinize sağlık :)
YanıtlaSil