Koridora çömelip kompartıman kapısına yaslanarak nefes almaya çalışırken; bir anda cam kırıkları gibi dağılan cesaretimden biraz toplayarak içeri tekrar bakabildiğimde Soytarı'nın oturduğu koltukta sadece yanan bir mum olduğunu gördüm. Diğer vagon ve kompartımanlardan insanların koşup gelmesi ve işlediği cinayetlerin üzerime kalmasıyla, diğer kırık parçaları da toplayıp oradan uzaklaşmam arasında yukarıdaki kum tanesi kadar hassas bir denge vardı.
Nefesim düzene girmeye başlıyor. Kendini hazır hissedip; yanıldığını arenada boğa'yla karşılaşınca kabul etmeyi gururuna yediremeyen bir matador gibi hissediyorum. Ama ne Maça'nın nerede olduğunu bilmemem ne de trenin hareket halinde oluşu, bir an önce buradan gitmem gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Bir tane daha... Sadece bir sert düşüş daha. Kendime söz veriyorum başka yok. Kendimi kandırmak için bulduğum "Hem belki yıllardır hissettiğin sürekli düşüyormuş hissi de yok olur" bahanesi az da olsa işe yarıyor ve yüzümü gidiş yönüne vererek kendimi rayların hücrelerine bırakıyorum. Kendimi çok önceden törpülediğim için, kanayan dizlerim ve ellerime rağmen bu düşüş ben de bir acı uyandırmasa da, soğuk çeliğin üzerindeki yuvarlanmam son bulduğunda yakaladığım bir anlık görüntü beni beynimden vuruyor...
Kum saati kırılıyor...
Tasvirler muhteşem, kendini kandırmadığında nereye gideceksin çok merak ediyorum...
YanıtlaSil