Burnumun derinlerinde aylak aylak dolanan karıncanın gıdıklaması, gözlerimdeki sulanmadan dolayı güneş ışığıyla yavaş yavaş beliren bulanıklık ve ciğerlerimi dolduran taze çimen kokusu...
Ne zamandır bu tepede baygın yatıyorum ya da neredeyim bilmiyorum. Tek hatırladığım o çukurdaki uzun sürenin sonunda ciğerlerimi dolduran oksijenle birlikte her şeyin tepetaklak olduğu. Amacıma olan uzaklığım da hesaba katılırsa, yerin dibine batmış olmama rağmen; oksijen seviyesinden dolayı bayılma konusunda zirveye çok yaklaşmış bir dağcıyla aynı kaderi paylaşıyor olmam, birilerinin hala ironide ısrar ettiğini gösteriyor. Bu halde bile bunu düşünebilmem ve bu ironinin farkına varabilmemle ilgili hiç bir yorum yapmak istemiyorum.
Ama aklım her nekadar hala tam anlamıyla toparlanamamış olsa da çok derinlerde hissettiğim ve emin olduğum bir şey var. Daha güçlüyüm. Ayakta durmakta zorlansam, kimileri için güzel ya da bol kazançlı bir günün habercisi olan güneş ışınları mum yanığı yaralarımı sızlatsa da artık daha güçlü olduğumu hissediyorum. Yapmam gereken şey basit. En azından şuan için. Hadi oğlum. Yapabilirsin! Küçükken de yaptın! Ve hatta bununla başladın bir çok şeye. Ayağa kalkmak için sanırım kalan son kuvvetimi de harcamam gerekiyor ama kalkmalıyım. Savaş alanında zafer sarhoşluğuyla sallanan gladyatör gibiyim. Ama sadece sallanan...
Son poşet balisini de tüketen ya da sevdiği kızın abisi ve arkadaşlarından dayak yiyen bir ergen yürüyüşüyle piknikçilerin meraklı bakışları arasında önümde tepeye kadar uzanan düzlüğü geçmeye çalışıyorum. Kendimi hiç bukadar halsiz ve çaresiz hissetmemiştim. Bu da mı dersin bir parçasıydı? "Hayatta Kal!" Öldürmek için önce hayatta kal...
Daha ayakta bile kalamıyorum ve tekrar yığılıyorum. Bu kadar çabuk olmamalı. Halimi gören ve diğerlerinden daha cesaretli olan biri yanıma yaklaşarak bana su veriyor. Bir şeyin eksik olduğunu biliyordum. Yarı sürünerek, yarı emekleyerek kendimi tepenin üzerine çıkardığımda altımda eskişehir uzanıyor. Ama elimi sürecek halim yok. Şehir süzerken, trende olduğumu hatırlıyorum. İhtiyacım olan kısa süreli ve sık baygınlıklar değil, bu yaşıma kadar hasretini çektiğim uyku.. Biliyorum.
Gücümü biraz olsun toplamam gerek. Gün yavaş yavaş batıp gözlerime turuncu bir perde gibi inerken güçsüz bedenimi tepenin kucağına bırakıyorum. İntikam alevi hala mum gibi yanıyor zihnimde. Beni uyutmayan, loş ve rahatsız edici bir sızı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder