"Eğer tam anlamıyla dibe vurduysanız, işler yalnızca iyiye gidebilir."
Tam anlamıyla dibe vurmak sayılmasa da kötü bir dönem hatta çok kötü bir an'da çaldı kapımı koca gözlüm... Benim küçük Veronica'm. En beklenmedik ve alakasız zamanda aklınıza gelen ve herkes dışında bir tek sizi heyecanlandıran bir fikir gibi. Yaşar Kurt'un "Ninni"'sinde söz ettiği gibi "Ormanda yürüyorduk... Masal kitapları gördük... Ağaçlara asılmış." kadar anlamlıydı sözcüklerimizin birbirine temas ettiği o an. Uzun süren baş ağrılarımı, yeni fikirlere gebe bir aklın doğum sancıları olarak görenlerdenim ben de. O gece Veronica doğdu. Benim küçük Veronica'm. Başımın ağrısı hafiflediğinde aralayabildim gözlerimi ve onu gördüm. Gözümün kamaşmasını söylediği sözlere yordum önceleri. Ancak bunların ağdalı birer sözcük değil de gerçek hisleri olduğunu anladığımda cebindeki güneş parçasını farkettim. Kendini yazarak anlatabilme ve bunu çok iyi kullanabilme karşılığında ormandaki büyücüye güneşten bir parça sözü vermişti. Fakat sözünü tutmuş olmasına karşın yine de bir parça kendine ayırmış ve büyücüden çalmıştı. Sözler büyülüdür. Sözlerin etkisidir büyü zannettiklerimiz. Yine bu etki değil miydi Veronica'nın büyücüden bir parça güneş çalmasını sağlayan? Yine aynı sözlerle çalmamış mıydı kalbimi? Ve kaçıp gitmemiş miydi beni yeni baş ağrılarına gebe bırakarak? Ve yine gitti kadınım. Yeniden. Hala hırsız, hala ona aitim, ve ona ait olacağım. Bundan şikayetçi değilim çünkü hırsız kadar çaldırandadır biraz da suç. Ve çünkü ben çağırmıştım onu baş ağrılarıyla. Ama bu son Veronica'm. Bu son. Artık baş ağrısı yok. Gidersen yine de, ben masal kitapları toplamaya devam edeceğim ağaçlardan. Hem de kalpsiz bir söz büyücüsü olarak.
Bir daha gitme.
Benim küçük Veronica'm.
MUHTEŞEM
YanıtlaSil"Eğer tam anlamıyla dibe vurduysanız, işler yalnızca iyiye gidebilir."
YanıtlaSilcümleden yola çıkarsak, henüz dip yapmadığım sonucuna varırız ki bu dehşet verici bir şey tarafımca.
ve umarım bir daha gitmez gerekenler.
Ağustosların sıcaklarında dolanırken aylak aylak ve de düşünürken Van kedilerini,yıkılmamış sokaklarını,gölünü,insanlarını,dağlarının ardını gölgeni gördüm birden. Ürkektim. Sana sığınmaktan korktum. Sende dinlenmekten çekindim. Koşarak uzaklaşmak istedim.Adımlarım köreldi. Bir arpa boyu yol kat edemedim gölgenden. Sonra insanların midelerinde uçuşan o kelebekler konuverdi burnuma. Renklerine kapıldım. Ömürlerinin kısalığına aldırmadım. Derken sol yanımda yuva yaptım onlara.
YanıtlaSilKarpatlardan gelmiş olmanın ve yine uzak diyarlara gidecek olmanın hüznünü taşıyorken sen avuçladın bütün yükümü o andan itibaren. Gözüm gözüne değer değmez kucakladın ağırlıklarımı. Korkularımı sakladın. Elektriğimin olmadığı anlarda sen aydınlattın pembe duvarlı adının yazılı olduğu odamı. Silah seslerini nefesini dinleterek duyurmadın bana.
Sesinle uyandım orada. Sesinle uyudum. Sesinle geçirdim günlerimi. Yemek yaptım seninle konuşarak. Okan’ı izledik her akşam sen bir uçta ben bir uçtayken. Uzaktaydık birbirimizden. Ama uzaklaşmadık hiç yüreklerimizden.
Yine gitmelerin o iğrenç tadı sardı damaklarımı. Denizlerdeki karartıları göremeyecek olmanın şiddeti kapladı hislerimi.
Serkan Yanık; beni ayağa kaldıran adam. Kocagözlerime renk verenim, biz neleri başardık seninle, bunu da yer bitiririz koca göbeklerimizle sonra evliliğimizin birinci yılını, kadehlerimizi yunan adalarına nazır bir sahilde tokuşturarak kutlarız ağustosların sıcak altıncı gecelerinde...
Hayatımda olduğun için sana minnettarım.
Bekle beni elbet senin boynunda yeniden yeşereceğim.
Seni seviyorum.
Bekliyorum aşkım... Boynumdaki çukuru, eksikliği yeniden dolduracağın günü bekliyorum. Seni seviyorum.
Sil