mor ve turuncu. pozitif deyince aklıma ilk gelen renkler. hatta bunu yıllar önce bir yerde okuduğumu hatırlıyorum. "sabah uyandığınızda ilk gödüğünüz renk turuncu olsun ki gününüz iyi geçsin" diyordu. tabi bu ne kadar geçerli bir önerme bilemem ama turuncunun sıcak bir renk olduğuna ve pozitif enerji verdiğine katılıyorum. ama günün iyi geçmesi kısmı her zaman denk gelmeyebiliyor. çünkü cinnet geçirip kocasını 56 yerinden bıçakladıktan ve çocuklarını boğarak öldürdükten sonra televizyonun karşısına geçip çekirdek çitleyen sakine hanım da öğleden sonra kuşağındaki kadın programını izlerken turuncu bir odada oturuyordu. her neyse... zaten bunun da bizim bakkalla bir ilgisi yok...
haziran ayının ortalarına doğru gelmiştim istanbul’a. içimde okulu bitirmiş olmanın yarattığı gaz. Bu sanırım benim gibi bu işi gerçekten yapmak isteyen herkesin ilk zamanlarda içinde oluyor. Okul biter bitmez herkes aklındaki projeleri derhal yerine getirebiliceği inancına vet oz pempe gözlüklere sahip oluyor. Işte sorun bu gözlükleri çıkardığınız an gözlerinizin manzaradan rahatsız olması ve güneşe alışmaya çalışırcasına ortama alışmaya çalışması anında ortaya çıkıyor. Öyle bir yer ki burası, diğer tüm şehirlerden ve ortamlardan farklı. Anadoludan birinin istanbul’a geldiğinde sudan çıkmış balığa döndüğünü söylediklerinde yine mi aynı laf derdim ama bişey söyliyim mi? evet yine aynı laf. Hatta tekrar. Çünkü eğer çok ama çok sağlam bir tanıdığınız yada ciddi anlamda paranız yoksa, Istanbul adındaki küçük hanım sizi donunda sallıyor. Bu nedenle ben istanbul’u şöyle tariff ediyorum;
“aslında istanbul'un üstünde sabahlıkla kanepeye uzanmış ve sigara içip dumanını yüzüne üfleyen bir kadın. istediğinde hiç ibr şekilde ona yaklaşamadığın gibi, arkanı döndüğünde de seni delirtmek istercesine gel diyor...”
istanbul’a yerleştim ve bahsettiğim düşüncelerle müthiş bir heyecanla doluydum. Ama yaklaşık 3-4 ay mesleğimle ilgili hiç bir şey bulamayınca umudum büyük ölçüde kırıldı. Hiç bir zaman o heyecanımı kaybetmedim ama. Bir gün mutlaka olucak biliyordum ama bu sürenin uzaması çok canımı sıkıyordu. Boş durmak istemediğimden ve sevmediğimden bir kafede garsonluk yapmaya başladım. Tuvalet bile temizliyordum. Bazen “ulan ne okuduk ne yapıyoruz,” yada “bunun için mi okuduk” diyip resmen mutsuz oluyordum ama şimdi fark ediyorum ki o kafede çok şey öğrenmişim. Gerçekten çok şey. Günde 12 saat çalışıyordum ve gece eve geldiğimde bitkin oluyordum. Çünkü 1 dakika bile oturmak yasaktı. Bir gece eve geldiğimde, yorgunluktan uyuyamadım ve super baba dizisinin bir bölümünü izledim… fakat uykum yine gelmedi. Ardından tatar ramazan’ı izledim. Ve uyudum. Ertesi gün işe gittiğimde akşama doğru birden kapıdan içeri super babadaki ipek ve kadir inanır girdi… ve ben de gayri ihtiyari onların suratına karşı “oha” dedim. Tabii daha sonra onlara da durumu anlattığımda onlarda bana hak verdiler. Ve o gün kadir inanıra hikayemi anlattım. Mutsuzluğumu, ne umduğumu ve gerçekten vazgeçmeyeceğimi anlattım. O da bana herkesin bu şekilde başladığını ve asla mutsuzluğa kapılmamam gerektiğini söyledi. Bunu herkesden duyuyrdum ama onun söylemesi çok daha etkili oldu. Tatar ramazandı çünkü o. mazlumun yanındaydı yine. Yine arka çıkmıştı..:) ve giderken bana 100 lira bahşiş bıraktı tatar ramazan. Sinemadan ilk paramı kazanmıştım. Bunun sevinciyle etrafımdaki tüm mutsuzluk bulutlarını dağıttım. Ve birkaç gün sonra garsonluktan kovuldum. Gerçekten kovuldum. Gerekçe ise o işi yapamıyor olmam ve garsonlar arasında tek üniversite mezunu olmamdı. Fakat aynı gün bir dizide yönetmen asistanı olarak işe başladım ve bir teşekkür daha gönderdim tatar ramazan’a. umutsuzluğun yeri yok gerçekten. Gerek de yok. Çünkü pozitif oldukça evren bir şekilde size istediğinizi veriyor. Siz çağırmayı bilin yeter. Siz turuncuyla güne başlayın, morla huzur bulun ve pozitif olun. Evrenden isteyin. O yapamazsa tatar ramazan koşar imdadınıza korkmayın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder