Gel-git yüzünden oluşan dalgaların kumsalda aşındırdığı bölüme ait bir taş kadar şanslı değilim.. O tümseğin arkasında ya da plajın diğer ucundayım. İçimi serinletebilmek için; sığınacak yeri olmayan bir sarhoşun ya da aşk acısı çeken birinin rastgele eline alıp suda sektirdiği taşlardan biri olmayı bekliyorum.. Başka çarem yok.. Şu an tam olarak hissettiğim bu..
Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladığımda drezinin koluna doğru düşen vücudumun ağır ağır bir yukarı bir aşağı hareket ettiğini ve etrafımda martı seslerinin olduğunu fark ediyorum.. Belli aralıklarla mola versem de vücudumun fişini çektiği noktadan sonrasını hatırlamadığım için tek başıma bu tek kişilik yavru trenle ne kadar yol yaptım bilmiyorum. Küçükken annemin tüm evi havaya kaldırdığı bahar temizliği sırasında, silinirken yere düşen avize kristali hayal dünyama bakabildiğim bir pencereydi benim için. Baktığınız nesne bir altıgenin parçaları gibi etraflarında bir gökkuşağı hüzmesiyle döner, sanki büyülüymüş, başka bir dünyaya aitmiş gibi gelirdi..
Gözlerimi araladığımda tüm ihtişamı ve gökkuşağı hüzmesiyle karşımda dönüyor Haydarpaşa Tren Garı.. Yalnızca çevredeki insanlar değil, sanki Haydarpaşa da bugüne dek benim gibi garip bir davetsiz misafir görmemişçesine hayretle bakıyor bana.. Bakışlarında soğuk bir sessizlik..
Garın kenarında İstanbul'u izliyorum gözlerim kapalı.. Derin bir nefes çekiyorum içime.. Hem onu görmeden yapamayıp hem de İstanbul beni fark etmesin istiyorum. Vapurların; pervaneleriyle saçlarını taradığı, bir çöpçatan gibi iki yaka arasında mekik dokuyarak aranızı yaptığı; siz onu her istediğinizde ulaşamadığınız, tam umudunuzun kırılacağı an "Gel" diyerek sizle oynayan bir kadın gibi İstanbul...
Zamanında benim gibi davetsiz şekilde gelip uzun süre yatıya kalıp her bir köşesinde müzik yaparak ya da kendini satarak bu sirkin bir parçası olmaya çalışan insanların arasından metro istasyonuna doğru yürüyorum. Bir telaş halkası oluşuyor etrafımda. Elle tutulamayan bir sis dalgası gibi yayılıyor metronun merdivenlerini indikçe.. Gözlerinde, yüzlerinde onlarca dert taşıyan ve bir yere yetişmek için kendilerini parçalarcasına yarışan insanlar arasında yerin dibine geçiyorum.
Onları izlemek yükümü hafifletiyor biraz.. Ama sadece bir kaç saniyeliğine.. Biraz.. Çok ağır bir şey taşırken parmaklarınızın yerini değiştirdiğinizde bir kaç saniyeliğine o taşıdığınız şeyin aslında o kadar da ağır olmadığını düşünmeniz ya da sizden çok daha kilolu birini gördüğünüzde kendinizi aslında zayıf olduğunuza inandırmanız gibi..
Sonra yine içinizdeki intikam ateşi göz bebeklerinize yayılıyor ve omzunuzda sadece bir çanta olmasına rağmen dünyanın yükü biniyor üzerinize.. Bu geçen 4. tren.. Öylesine oturuyorum kalabalığın içinde. Yeni başlayan bir yağmurun damlalarından biri olduğumda, diğer damlalarla gökyüzünden aşağı doğru süzülürken, yeni atılmış bir izmaritin üzerine düşmek benim payıma düşen olur çoğu zaman..
Bu kalabalığın içinde de yanan bir benim gözlerim.. Elimde defterim.. İzliyorum..
Tüm bu kalabalığın içinde kendi telaşında olmayıp beni fark eden biri var. Görüyorum. Onu fark ettiğimden habersiz 5. trenin de geçip gitmesini benimle birlikte izliyor. Ne amaçla olursa olsun gerçekten biri tarafından fark edilmeyeli çok uzun zaman olduğunu düşünüyorum. Bu insanın yaşadığını kendine ispatlama yollarından biri. Görünüşünüzün ilginç geliyor oluşundan dolayı bile birinin dikkati üzerinize düştüğünde yaşadığınızı, var olduğunuzu hissedebiliyorsunuz. Ya da bunlar sadece benim gibi bir hastanın düşünce kıvrımları.
Ama bunda farklı olan bir şey var. Beni izleyen küçük hanım sanki beni hayallerinden tanıyor. Gözleri bana kitlendiği andan itibaren, uzun zamandır hayalinde yaşattığı birinin yerine beni oturttuğunu gözlerinden okuyabiliyorum. Uzun süre düşleyip aniden karşınıza çıkan bir ünlüyle tanışma fırsatını yakaladığınızda dilinizin tutulması ya da o anın gerçekliğini algılayamayıp, üzerinize yayılan saçma sapan bir eylemsizlik gibi uzaktan izliyor beni. Yüzümde bunca yoldur bana ilk defa eşlik eden utangaç, yarım bir tebessüm..
Kendimi ve yüzümden düşenleri toplayıp yola koyulmam gerekiyor. Defterimi usulca oturduğum banka bırakıyorum.. Tüm bu telaş dalgasının içinde onu fark edebilecek tek kişi ve bu karşılaşma bir armağanı hak ediyor..
Sisin içinde kayboluyorum..